14 Haziran 2010 Pazartesi

Çift Soru, Tek Cevap

Yıl : Ağustos 2009

Can'ın annesinin, kendi yazlıklarına gidip, Alsancak'ta ki müthiş evlerinin bizim egemenliğimizin altına girdiği sıcak ve eğlenceli yaz akşamlarından biriydi. Gereksiz ve komik videolar, FRP, Playstation'da saatlerce sürecek dövüş oyunu turnuvalarıyla geçecek bir gecenin başlamasından önce (Ki bu minumum sabaha karşı 5'e kadar sürer), Kordon'a çıkıp müthiş güzellikteki havadan faydalanmaya karar vermiştik, daha doğrusu yalnızca ben hariç herkes içip boş muhabbet yapılacaktı.

Nitekim tıpkı umduğumuz şekilde ilerliyordu gece, önce dışarda yemek yenilmiş, şimdi de ellerde biralarla Kordon'da oturuyor ve boş muhabbetin dibine vuruyorduk. Nihayetinde gece ilerlerken, yanımda oturan Özgür'ün yavaş yavaş muhabbetten koptuğunu gördüm. Gözleri tek bir şeye kilitlenmeşti, tam karşımızda bira içen dertli iki kız oturuyordu ve biri az makyajlı, doğal siyah saçlı, ince ve hoştu, yani tam olarak Özgür'ün istediği fiziksel kusursuzluğa sahipti. Ve o an Özgür için dünyada başka herhangi birşey yoktu.

Ekipçe önce bunun geçici bir beğenme olduğunu düşünsekte gerçek aslında bundan oldukça farklıydı. Özgür boş muhabbetten tamamen kopmuş ve yalnızca kıza beğeni dolu gözlerle bakıyordu. Ki hemen ardından bana dönüp "Abi kız çok güzel valla gidip tanışcam şimdi" demesiyle, elektrik bekleyen ekibimizin fitili ateşlendi ve boş muhabbet yerini Özgür'ün bunu asla yapamayacağına dair taşak geçme ve alaylara bıraktı(Şunu da açıkça belirteyim, bu aslında 7 kişilik ekibin bunu hiçbir zaman kendileri de yapamayacağı için eziklik hissini başkasına yığma çabasından farksızdır). O an kalbi aşkla dolmuş olan arkadaşımız, "Ulan ezikler, işte siz bu kadar kolay birşeye gülecek kadar eziksiniz, gidip beraber içmeyi teklif etmekte ne var aq?" diye son derece özgüvenli bir çıkışta bulundu. Fakat bu bizim ekibi sindiremezdi, biz "Hadi lan o zaman" diye çoşunca, "Nolcak lan?Giderim ama yanıma benim gibi oldukça güzel giyinmiş biri daha lazım, ikiye iki olarak gidelim" dedi ve ekibimizden kendine uygun bir partner aramaya başladı.

Unutmadan belirteyim, Özgür'ün yere göğe sığdıramadağı giyimi, bol renkli bir tişört, kapri pantolon ve terlik modeli üstü açık ayakkabılardan ibaretti. Bu sebeple metalci modunda dolaşan ben ve kuzenim hemen oyun dışı kalmıştık. Yiğit ve Çağatay'ın da böyle bir atraksiyona girişmeyi kabul etmemesi üzerine Özgür'ün kendine seçtiği ekip arkadaşı, ev kıyafetiyle gelmiş olan Can'dı. Can asla Alsancak'lı gibi giyinmezdi. Üzerinde daima rahat ve sportif kıyafetler(Göğüs kısmı açık) kıyafetler ve terlik olurdu.

Ekipçe büyük bir heyecan kapladı bedenimizi. Hepimiz susmuş ve heyecanla ellerinde biralarla avlarına sessizce(Can'ın yüzündeki yavşakça gülümseme hariç) yaklaşan Özgür ve Can'ı izliyorduk. İşte o büyük ve beklenen an gelmişti, nefesler tutuldu. Yanlarına varınca. Özgür oturan kızların yanına eğildi ve aralarında şöyle bir konuşma geçti(NOT: AŞAĞIDAKİ DİYALOG HİÇ DEĞİŞTİRİLMEDEN AYNEN GERÇEKLEŞMİŞTİR):
Özgür: İyi akşamlar.
Kız: Hayır
Özgür: Oturabilirmiyiz?
Kız: Hayır

Evet, o aşk dolu yarım saatlik bakışların finali yalnızca bunlardan ibaretti. Belli etmemeye çalışsa da geri dönerken Özgür'ün yüzünde bozulmuş bir ifade, Can'ınkinde de safi öfke mevcuttu. Tabi tahmin ederseniz ki biz bu traji-komik olaya yalnızca komik tarafından yaklaşıyor ve adeta götümüzle gülüyorduk. Bizim güldüğümüzü gören Özgür'ün yorumu da aynen şu şekilde oldu:"Ulan öyle 7 kişilik abaza ekibi gibi oturursanız kimse kabul etmez tabi!"

Siktir lan!

2 Haziran 2010 Çarşamba

Gerçeklik

Yıl : 2009 - Ay, Gün ve Saat bilinmiyor

Bazen hayatta öyle hatalar yaparsınız ki sevgili okurlar, o hatadan sonra ne yaparsanız yapın geri dönüşü olmaz. Şimdi anlatacağım olay gerçekten yaşanmış, ibret verici bir olaydır.
Hafızam beni yanıltıyor olabilir ancak büyük ihtimal o akşam Can'larda kalıyorduk. Can İzmir'in en kalınası evinde oturuyordu. Onun evinde kalıp da gülmekten ağlamadığım bir akşam yoktu. Ambians o kadar güzeldi ki o evde bir defa kaldıktan sonra başka bir ortamda bulunmak istemezdiniz. Ortalıkta alçıdan yapılmış çıplak Aphrodite heykelleri, vücutsuz bir Athena ya da bilimum antik biblo eşyası bulunuyor, gereksinim açısından son derece gereksiz olup sadece özgürün kıçını başını çarpmasını sağlıyor, bize de gülmek için pay çıkarıyorlardı.
Ateşli şekilde FRP'ye girişmiştik ve dış dünyayı unutmuştuk. Özgür ve ben inatla kötü zarlar atıyor, bir düşükleri bir büyükleri alıyor ama bir türlü olumlu sonuç alamıyorduk. Herşey normal seyrinde ilerlerken bir ara grubun konsantrasyonu bozulmuş olacak ki, biri cipse diğeri kolaya, biri sms atmaya yöneldi derken oyunda bir kopukluk oldu ve kısa süreli mola verdik. Bu sırada Ersen'in telefonu çaldı ve rahat konuşmak için cam kapılı balkona doğru yöneldi. Can bu sırada az önce başarısız olduğu son derece anti estetik art of fighting hareketlerini Yiğit'e anlatıyor, Yiğit ise zaten kariyeri baştan aşağı başarısızlıklarla dolu olan biri olarak gayet normal karşılıyor ve "olm zar işte, sikeyim bu zarı" şeklinde patavatsızca küfrediyordu. Bu sırada garip bir ses işittik grupça. "*Doink*"
Ben ses üzerinde fazla düşünmenin gereksiz olduğunu düşündüm ve kafamı kaldırıp bakmaya üşendim, ama ortalıkta müthiş bir sessizlik hakimdi ve sebebini geç öğrenecek olmam ne yazıktı. Kafamı kaldırıp Can'a baktım. Can gözlerini kısmış Ersen'e bakıyordu. Görme sorunu olduğundan mı yoksa olayın gerçekliğini henüz kavrayamadığından mıdır bilinmez, hiçbir tepki vermiyordu. O sırada solumdan bir inilti geldi...

Yiğit : Abi....
Ben : ??

Yiğit bir yandan çenesini "acaba?" şeklinde tutuyor, bir yandan Ersen'i süzüyordu. Derken kafamı çevirip ben de odaklandım ve yüzündeki o dehşet verici ifadeyi gördüm; "Tanrım inşallah fark etmemişlerdir"
Tekrar Yiğit ile göz göze geldim ve ;

Ben : Yok, olamaz...
Yiğit : Olum az önce...

Eğer Ersen yeterince zeki olsaydı telefonu elinden bilerek düşürebilir, ya da önündeki cama bir yumruk atıp sanki saçma sapan anime karakterlerinden birini daha taklit ediyor izlenimini verebilir, biz de normal karşılayıp bir şey yokmuş gibi devam ederdik. Ama o kadar zeki değildi. En azından o an için olamazdı. Müthiş bir kahkaha koptu. Böyle bir olayı en son Bugs Bunny versus Fırtına Sam'de görmüş olan bizler, gerçek dünyada şahit olduğumuzda adeta kısa süreli tramva geçirmiştik. Gözlerimden yaşlar, burnumdan sümükler, ağzımdan salyalar akıtarak gülüyordum ve kendimi kontrol edemiyordum. Olamazdı. Gerçek dünyadaki bir insan önünde cam yok zannedip o cama çarpamazdı. En azından kapının kolunu fark eder ya da balkonun bir kapısının olması gerektiğini, önünde bir engel olması gerektiğini düşünürdü. Ama yapmamıştı işte. Olmuştu bir kere.

En azından 10 dakika boyunca aralıksız güldük. Nihayet düşünme yetimi tekrar kazandığımda aklımdan sadece şunlar geçti; "Ya ben olsaydım?" "Ya bunu yapan bir KoF'çu değil de SF'ci olsaydı....?