29 Haziran 2011 Çarşamba

Modern Japon Kültürünün Son Kalesi: Özbaş Klanı

Tarih: Nisan 2006

Japonya'da Bakumatsu döneminin sona erip Meiji'ye geçilmesi, sahip oldukları klasik kültürün yozlaşmasına, diğer bir tabirle modernizmin başlamasına sebep olmuştur. Bu dönemin etkileriyle beraber Japon halkı binlerce yıldır sahip olduğu kültürel değerleri ve yaşam biçimini yavaş yavaş geride bırakmaya başlamış ve daha batılı bir adaptasyon sürecine geçmiştir. Ama özellikle 80'lerde Japon halkı batılılaştıkça ironik biçimde kendi kültürleri ve felsefleri batı toplumlarını etkisi altına almış, başta Karate, Kung-Fu, Judo gibi öğretiler ve teknikler tüm dünyada ilgi odağını merkezi haline gelmiştir. Ki bu akım da dünyaya Bruce Lee gibi yıldızlar çıkarmış ve evlerimize dövüşlü filmler sokmuştur. İşte bu Japon dövüş sanatlarının en etkin olduğu batılı merkezlerden biri de Avrupa kıtasında yer alan Türkiye'nin İzmir şehrinde ikamet etmekte olan Özbaş klanının evidir.

Bizim ise bu klan ve evde hüküm sürmekte olan uzakdoğu tekniklerine şahit olmamız, Özbaş klanının en genç üyesi Mustafa Can'la tanışıp, evlerine gitmemizle mümkün olabilmiştir kıymetli takipçiler. O dönemlerde KoSF ekibimiz daha yeni yeni kurulmuştu ve hep beraber henüz Ege Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği birinci sınıf öğrencisi olan(ve hep öyle kalacak olan) dostumuzun evine gitmiştik. Elimizde playstation, oyunlar ve erzaklarla eve vardık ve bizi kapıda Özbaş klanın master'larından olan Can'ın annesi bizzat karşıladı. Bizde gereken hürmeti gösterdik ve vakit kaybetmeden Can'ın odasına doğru hareketlendik.

Evdeki uzakdoğu kültürü içeri girer girmez etkisini göstermeye başlamıştı, çünkü Can'ın odasının kapısı bir Shōji'ydi. Hani şu samuray filmlerinde gördüğünüz kayar kapılardan. Şaşkınlık içinde kapıyı araladık ve içeriye girdik. Aynı şekilde dolapta bir Keikogi(karate kıyafeti) asılıydı ve etrafta çeşitli karate ve Aikido eşyaları vardı. Biz ise elimizde Cheetos Peynirli paketleriyle cahil Amerikalılar gibi etrafa bakınıyorduk, Los Angeles'e gelen Harlem'li zenciler gibidik adeta. Derken yerde askeri bir su matarası ve çalışma masasının üzerinde de "Komando'nun Hayatta Kalma Rehberi" adlı bir kitap gördüm. Tabi hemen bunların ne anlama geldiğini Can'a sordum ve aldığım cevap kendisinin tıpkı bir Iga Ninjası gibi survival teknikleri üzerine ne kadar uzman olduğunun ispatı gibiydi:"Issız bi adaya düşersek görürüm seni *mına koyim!"

Fazla itiraz edemedik ve yavaşça yerlerimize geçip playstation'u kurduk. Bu kültüre adapte olana kadar uzlaşmaya çalışmak sanırım yapılacak en doğru şeydi. Bu yüzden derhal oyuna başladık. Lakin bir sorun vardı. Hepimiz oturmuş ve King Of Fighters'a odaklanmışken Can ise sırtı kapıya dönük biçimde ayakta dikiliyordu. Ve oldukça cool bir sessizlik içerisindeydi. Bizler ne olduğuna anlam vermeye çalışırken Can yerinden hiç kıpırdamadan tıpkı animelerdeki gibi gene sırtı kapıya dönük biçimde yavaşça konuştu:"Orada olduğunu biliyorum anneanne!"

Ne olduğunu anlamak için hepimiz kapıya gördük ve gördüklerimiz kanımızı dondurdu. Özbaş klanının en yaşlı üyesi olan anneannesi, inanılmaz bi Ninjutsu tekniğiyle kapıyı bir santim aralamış ve tek gözüyle bizi dakikalardır gizlice gözetliyordu. Ama gelin görün ki bunu sadece "Ki no purezensu no fīringutekunikku" tekniğini("Vücutsal Enerji Hissetme" anlamına gelir) kullanan Can farkedebilmişti. Yakalandığını anlayan anneannenin tek gözü birden kapının aralığından kayboluverdi ve kapı yavaşça kapandı. Ekipçe tamamen donakalmış, dehşet içerisinde evin içinde olanları anlamaya çalışıyorduk. Can hafifçe gülümsedi ve yaşadığım felçten faydalanarak elimdeki joystiği kaparak yerine oturdu. Sahip olduğu karizmayla Naruto'nun yeni sezonunda baş rolü kapabilir, hatta Sasuke'yle kafa kafaya gidebilirdi.

Tabi Can'ın teknikleri sadece bunlarla sınırlı değildi kıymetli takipçiler. Kendisinin daha önce bana ve Özgür'e çektiği "Shun-Goku-Satsu" geçici beyin felcine sebep olmuş(Detaylı bilgi için bkz:"Shun-Goku-Kola"), anneannesine çektiği de anneannesinin ölümüyle sonuçlanmıştır. Evet inanmakta güçlük çektiğinizden eminim arkadaşlar, ama 1-2 yıl önce kendisine Alsancakta'ki muhteşem evini neden hatun kaldırmak ve kız atmak için kullanmadığını sormuş ve aldığım "Anneannem sürekli evde, nereye kullancam evi *mına koyim!!!!" cevabının ertesi günü anneannesi vefat etmiştir.

Tabi bu vahim olayın ardından Özbaş klanının liderliğine annesi yükselmiştir (hatta belki bu beraber organize ettikleri bir taht oyunu bile olabilir). Ama bunu fırsat bilen Can,klan liderliğine bizzat yükselmek istemiş, fakat annesi de Can'ın ev telefonunu çok fazla kullanmasını bahane edip, telefonun kablosunu iki parmağıyla bölerek("Suraishingu No Gijutsu") Can'ın liderliğe henüz hazır olmadığını kendine ispatlamıştır.

Henüz annesini yenecek kadar güçlü olmadığını farkeden M.Can Özbaş ise bu olaydan iki yıl sonra kendine bir hatun bulup, bütün uzakdoğu ve kendi geliştirdiği R.Ö.R. tekniklerini bir kenara bırakarak inzivaya çekilmiş ve tahta çıkacağı günleri beklemeye başlamıştır. Ama bu zaman zarfında genç yaşına rağmen ardında "Elindekiyle yetin ama imkansızı iste" ve "İdealizm yoktur, kese kağıdı vardır" gibi sayısız öğretiler bırakmıştır. Zamanı geldiğinde kendisinin yöneteceği klanının yeni merkezinin ise babaannesinden kalacak olan Kordon'daki ev olacağı rivayet edilmektedir...

Kaynak: Sümer, E. (2011). Modern Japon Kültürü Tarihi. İzmir: Empty Talk Yayınları

14 Haziran 2011 Salı

New Generation KoSF

Tarih: 11 Haziran 2011

Klasik bir Özgür'ün İzmir'e dönüş öyküsüydü. Kendisi seçimler sebebiyle birkaç günlüğüne geri gelmiş, tabii ki ben ve Çağatay haricinde hiç kimse de siklememişti. Saatlerce Can ve Yiğit'e ettiğimiz telefonlardan da cevap alamamıştık. Hayır değerli okurlar, bunun sebebi çok meşgul olmaları falan değildi, tek sebebi her ikisinin de arayan insana geri dönmeyecek kadar öküz olmalarıydı. Ne arayan insana cevap verecek ne de daha sonra "Ulan niye aradın?" diye geri dönme zahmetine girmeyecek kadar medeniyetten yoksundu bu hayvanlar. Zira inanın her seferinde bu adamları buluşmaya getirmek için harcadığınız binlerce kaloriyi Monica Belluci'ye harcasınız, başbaşa güzel bir akşam yemeği koparabilir, hatta şansınız yaver giderse kendisinden "Gece için teşekkürler" öpücüğü bile alabilirdiniz.

Şunu da belirtmek zorundayım ki özellikle Can bu konuda safi bir hayvandır. Kendisini aradığınızda eğer oyun oynuyorsa(ki büyük ihtimalle dünyada sadece onun seveceği bir oyundur) birinin aradığını görmesine rağmen sanki telefon hiç çalmıyormuşçasına devam eder. Sonra da arayan kişiye asla ve asla geri dönmez. Hatta geçenlerde kontörü olmadığı için kendisine "Abi kontörün yoksa feysbuktan özel mesaj at, cepten bakabiliyorum ben" diye mesaj atmış, zira hemen ardından saatlerce feyste salak salak resimler videolar paylaşmasına rağmen bana herhangi bir mesaj falan atmamıştı . Ki ben aynı zaman zarfı içinde ekibi organize etmek adına adeta g*tümü yırtmıştım. Ama Can için bunun herhangi bir önemi yoktu, kendisine ulaşmaya çalıştığımı görmüş ve her zamanki gibi zerre s*klememişti.

Nihayetinde Çağatay'ın evinde üçümüz 1-2 saat Street Fighter attıktan sonra Sardunya's a gitmek üzere dışarı çıktık. Allahtan Ali yüksek kapasiteli bir insandı ve atılan mesajlara ya da çağrılara cevap verebilecek zekaya fazlasıyla sahipti. Bu yüzden onu da yanımıza aldık ve beraberce güzel bir yemek yedikten sonra kutsal mekanımıza doğru yola koyulduk. Her zamanki gibi balkonun en uç ve ücra köşesindeki yerimize geçip, siparişlerimizi verdikten sonra empty talk'a başlamıştık ki yan masadan duyduklarımız bizi anında durdurdu. Çünkü ister inanın ister inanmayın İllüminati'yi konuşuyorlardı...

Tabii ki derhal tüm muhabbeti kesip kulak kabartarak dinlemeye başladık kıymetli takipçiler. Evrende yalnız olmadığımızı ispatlarcasına üniversiteye yeni başladıkları her hallerinden belli olan üç erkek ve iki kız İllüminati, Masonluk, dünya tarihi gibi bizim uzmanlık alanlarımız üzerine konuşuyorlardı. Daha doğrusu erkekler habire ne kadar bilgili ve sıradışı olduklarını masadaki kızlara ispatlamaya çalışıyordu. Çünkü masadaki erkeklere oranladığımız zaman kişi başı 0,66 kız düştüğü için bu masadan en az birinin eve (d)amsız döneceği anlamına geliyordu.

Eski dostum Özgür'e sıtma tutmuş gibi bi titreme gelmiş, beti benzi atmıştı. Çünkü konuştukları konu şimdi de Osmanlı Tarihi'nin son dönemleriydi ve Özgür de muhabbete dahil olmamak için kendini zor tutuyordu. Arkada en klişe muhabbet olan Abdülhamit'in aslında hain olup olmadığı tartışılıyordu ve tarih uzmanı olduğunu iddaa eden dostumun bu muhabbete dahil olmamak için müthiş bir psikolojik savaş vermesi gerekiyordu kendisiyle. Karışmaması gerektiğini belirttim ve sakinleşmesi için temkinde bulunuduktan sonra dinlemeye devam ettik.

Gençlerin çevirdikleri müthiş(empty) muhabbet sonucu bizim masa sessizliğe gömülmüştü. Yalnıcza bu inanılmaz boş muhabbeti dinliyor, çocukların kızların bongolarını çalmak için verdiği amansız savaşı yavşakça sırıtışlar içinde dinliyorduk. Öyle ki zavallı çocukların bu geceki konuşmaya hazırlanmak için saatlerini wikipedia'nın başında geçirdikleri çok belliydi. Masonlar, matbaa sistemi, vaadedilmiş topraklar, vs havalarda uçuşuyordu ve aslına bakarsanız da kimse kimseyi dinlemiyordu. Üçüde sadece kızların bilinç altına ne kadar entelektüel olduklarını ve onlara gönül rahatlığıyla verebileceklerini işlemeye çalışıyordu. Bu nice yiğitlerin uğruna can verdiği amansız bir savaştı.

Bu kanlı savaş yaklaşık yarım saat kadar devam etti. Henüz kimse zaferle çıkmamıştı ama ortada ciddi bir sorun vardı. Kızlar her geçen dakika muhabbetten biraz daha kopuyor, çocuklardan biraz daha uzaklaşıyolardı. Zavallı üçlü masonların tarihini baştan yazmakla meşgulken onlar birbirinin kulağına birşeyler fısıldayıp kikirdiyordu. Nihayetinde kızlar aniden masadan kalktılar ve çocuklarlı yanaklarından öpüp(ki büyük ihtimalle bu kızlarla yaşayacakları en büyük cinsellik bu olacaktı), gönül rahatlığıyla vermek üzere Sarp'ların, Berk'lerin, Atacan'ların yolunu tuttular. Bu insanlık dışı vahşet sonrası bozguna uğrayan zavallı çocuklar da s*k gibi ortada kaldılar ve 15dk boyunca ölüm sessizliğine gömüldükten sonra mekanı boyunları bükük terk ettiler. Gene binlerce kalori boşa harcanmıştı. Gene kazanan Serdar Ortaç olmuştu.

Gelin görün ekipçe bu insanlık ayıbına dakikalar boyunca g*tümüzle güldük. Heriflerin hepsinin babayı almış oluşu ve bu gece s*kemeyecekleri gerçeği bizi fazlasıyla mutlu etmişti. Kadehleri tokuşturuyor, şenliklere kutluyorduk. Derken yüzlerimizdeki gülümseme yavaş silinmeye başladı. Çünkü hepimiz için taşlar yavaş yavaş yerlerine oturuyordu. Bu zavallı gençler aslında bizim yeni jenerasyonumuz gibiydi. Yıllar boyunca kültürle, sanatla, bilgi birikimiyle kız tavlanabileceğini sanan gençliğimizin birer yansımasıydılar aslında. Ama onları da tıpkı bizim gibi kimse uyarmamıştı, kimse yollarının yol, gidişatlarının gidişat olmadığını söylememişti. Ve tabii ki de gayet net biçimde babayı almışlardı. Bu sefer gençlere duyduğumuz küçümseme hissi yerine acımaya bıraktı. "Ulan çok delikanlı çocuklar yazık oldu be!" gibisinden serzenişlerde bulunup salak salak tanrıya kafa tuttuk. Hatta zatüree olup çeyrek akciğerle yaşayan Ali'nin derin derin sigara çekişleri bile gençliğimizde boşa harcadığımız binlerce kalorinin ardından yakılan ağıtlar gibiydi.

10-15 dk içinde biraz muhabbet yüksek oranda da alkolün etkisiyle(Detaylı bilgi için Ek-1'e bakınız) toparlanıp kendimize gelmeyi başardık. Sonuçta yeni mücadeleler, yeni empty talk'lar bizi bekliyordu. Henüz herşey bitmemişti. Derken Amasya'dan babaannesi geldiği için geciken Yiğit nihayetinde mekana geldi ve bizimle selamlaşıp yanımıza oturduktan sonra ilk cümlesi şu oldu:

"Ya beyler dikkat ettim de mekandaki tek hatunsuz masa bizimkisi"...


EK-1: Yiğitsel Yatışizm'in kurucusu Yiğithan Civil'den alkol üzerine bir başyapıt: "Zaman, Mekan, Benlik ve Alkol"

"...Bazen o son yudumu takiben derin düşüncelere dalar insan. Hayatının önemli kısımları, yaptığı yanlışlar ve doğrular dizisi gözünün önünden akar gider. "Yarın güne farklı başlayacağım, kendimle ilgili pek çok şeyi değiştireceğim, nefes alırken bile tadını çıkaracağım yaşamın" der. Anılarla gelen mütevazi bir gülümseme veya bazen minik bir gözyaşıdır o an. İşte o an... Hayatın anlamı filan değildir, o bildiğin alkol etkisidir. Sidik torbasının patlamadan hemen önce verdiği sinyallerin beyinde ters tepmesi sonucu ortaya çıkar, çok ciddiye almamak gerekir. Zaten ertesi gün bir bok da değişmez..."