25 Aralık 2010 Cumartesi

DAS DENEY (Empty-Talk Bilimkurgu Kuşağı)

Emre'nin günlüğünden:

Deneyin 1. Günü: Dün hep beraber Burger Kralı'nda birşeyler yerken, hararetli bir tartışmanın ardından bir deney yapmaya karar verdik. İzmir ekibinin ben olmazsam asla bir araya gelip buluşmayacağını öne sürdüğüm an, Can ve Yiğit şiddetle karşı çıkıp bunun büyük bir saçmalıktan ibaret olduğunu belirttiler. Bizde dün itibariyle ben çağırmadıkça grubun en erken ne zaman bir araya geleceğine dair olan deneyimizi başlattık. Zavallılar, bir de şu konuda iddaa etmiyolar mı, gülmemek elde değil. Kesinlikle kazanan. ben olacağım.

Deneyin 15. Günü: Tam iki hafta oldu, ne arayan var ne de soran. Neyse ki Çağatay beni haftasonları evine çağırıyor da birkaç saat beraber vakit geçirebiliyoruz. Tabii bu deneyi sonladıracak bir buluşma değil. Tezimin çürümesi için tüm İzmir ekibinin ben organize etmeden Alsancak'ta buluşması gerekiyor. Ve bunun yakında zamanda da olacağını düşünmüyorum. Bakalım zaman daha neler göstericek?

Deneyin 48. Günü: Evde kendi kendime oturuyordum ki Can aninden telefon edip, bütün öfkesiyle "NEDEN BULUŞMUYORUZ AMINA KOYİM?" diye bağırıp bana cevap hakkı bile vermeden telefonu yüzüme kapattı. İlkel herif! O kadar Rör'ledi ama gene de herhangi bir şekilde bir buluşma organize etmek için bir çaba göstermedi. Umarım beni yavaş yavaş anlıyorlardır.

Deneyin 74. Günü: Ulu tanrım! 2 aydan fazla oldu buluşma düzenlemeyeli, sadece bazı haftasonları Çağatay'ı, nadiren de sinema gösterimi günlerinde Ali'yi görüyorum. Yiğit hak getire! Sağdan soldan Can'ın bu zaman zarfında 14 kere İstanbul'a gittiğine dair haberler aldım. Yiğit ve Ali'nin yüzünü bir kez bile görmesem de ara sıra msn'de konuşma fırsatım oldu. Sanki dünyada bir tek bu ikisi öğrenim görüyor aq, ne zaman sorsak sınavları var. İnsan sinirlenmeden edemiyor.

Deneyin 139. Günü: Çok şükür geçen hafta Ankara'dan Özgür geldi ve dün itibariyle İzmir ekibini adeta tekme tokat bir araya getirdi. Onda da zaten Yiğit 2 saat rötarlı geldi, Can'da gelmek için ikna olana kadar Özgür'ü delirtti. Ama bu da tabi ki deneyin sonu anlamına gelmiyor. 4 aydır kimse bir organizasyon falan düzenlemedi hala İzmir'den. Bu durumu Özgür'le paylaştığımda bana götüyle güldü ve "Ben bu sebepten kaçtım zaten İzmir'den, sağlığım bozuldu bu beyinsiz heriflerin yüzünden. Biz bunlarla niye görüşüyoruz ki? Ağzını yüzünü dağıtmak lazım bunların aslında." dedi. Tanrım, insanlar artık benimle eğlenmeye başladı...

Deneyin 182. Günü: Özgür gittiğinden beri tek bir buluşma bile olmadı ve Çağatay'da nişanlandığı için onunla da eskiye nazaran daha az görüşür olduk. Ama az kalsın dün korkunç bir hata yapıyor ve bir buluşma organize ediyordum. Neyse ki Yiğit msn'de "Samsun'dan babaannem gelcek" diyince silkinip hemen toparlandım. Kendime hakim olmalı ve duruşumu bozmamalıyım. Artık bir gurur meselesine döndü bu olay, ne olursa olsun yenilmeyeceğim onlara...

Deneyin 267. Günü: Bugün benim adıma korkunç, Özgür adına ise müthiş birşey oldu ve Özgür Ankara'da düzgün bir gazetede iş buldu. Daha da korkuncu Murat'ı da yanına aldı. Bu çok uzun süre daha artık İzmir'e uğramayacaklarını gösteriyor. Yüce tanrım, İzmir ekibi ben müdahele etmedikçe kesin olarak dağılacak çok iyi biliyorum bunu. Sen bana ekibi bir arada tutmak için gereken gücü ve dirayeti ver. Artık tükenmeye başladım.

Deneyin 434. Günü: Bugün Yiğit'i Alsancak'ta bir barda arkadaşlarıyla içerken gördüm. Ve tanrı şahidim olsun ki beni görünce tanımadı bile(Ya da fazlasıyla sarhoştu)! Kendi kendine "Lan Kıraç, top rock hiç para eder mi? Lafını bilmeyen it bu rapi yer mi? Kıraç bi dünya hiç demek, öküz gibi anırıp ayı gibi geğirmek! Götünü sikeyim Kıraç!" diye anlamsız bir şarkı mırıldanıyordu. Birkaç saniye onu gözlemledikten sonra sessizce oradan uzaklaştık.

Deneyin 528. Günü: Deney tam anlamıyla kontrolden çıktı. Çağatay evlendi, Ali kendine tam bir İzmir fıstığı buldu, Yiğit'in ya Rize'den babaannesi geliyor ya da sınavları var. Can'ın telefonu ise sürekli olarak meşgul. Tahminimce kız arkadaşıyla konuşuyor sürekli olarak beyinsiz herifi! Hayatına bir dişi girdiği günden beri ne spor yapıyor, ne rör atıyor, ne de birşeyler okuyor. Hala da Bilgisayar Mühendisliği birinci sınıftaymış. Tanıdığımdan beri de o sınıfta. Ekibin arada bir internette benimle dalga geçtiğini duyuyorum "Emre de anlama kıtlığı var salak salak buluşalım diye ısrar ediyor gelmicem dediğim halde" diye. Gururum incinmeye başladı. Ama Tanrı biliyor ya, neredeyse 2 yıl oldu ve dostlarımı fazlasıyla özledim.

Deneyin 693. Günü: Bugün bana en büyük darbeyi Ali vurdu. Kendisini "Maskeli Beşler: Dünyaya Karşı" filminden çıkarken gördüm, hem de yanında saçını İsveç'li sarısına boyatmış halka küpeli bir kızla! Bir de üstüne Özgür telefon edip: "Sen ne kadar gerizekalı bi adamsın! Hala bu salakları bir araya mı getirmeye çalışıyorsun? Sen insanlık tarihin gördüğü en beyinsiz adamsın, tersini iddaa eden zeka özürlüdür!" diyip bastı kahkayı. Bu acı çeken ruhum daha nelere şahit olacak? Ne kadarını daha kaldırabilirim bilemiyorum.

Deneyin 986. Günü: Deney falan umurumda değil artık! Bugün sahip olduğum tüm insanı değerlerimi karşıma alıp buluşma düzenlemeye karar verdim. Herkes deneyi unutmuş gibiydi, ama Ali kız arkadaşıyla "Twilight: Rising Of Frankenstein"a gideceğini, Yiğit de finalleri olduğunu iddaa ederek gelemeyeceğini belirtti. Can'a telefon ettiğimdeyse "Kuledeyim abi, oyun oynuyorum!" diyerek yüzüme kapattı telefonu. Sen beni ayakta tutan irademe sahip ol yüce tanrım, duyduklarıma inanıyorum. Biz ne hale geldik böyle? Ben ortaya tüm gururumu koyuyorum, onlarınsa yaptıkları...Sesten hızlı reddedildiğim gün bile bu kadar çok incinmemiştim.

Deneyin 1033. Günü: Artık her şey bitti. Ben herşeyini kaybetmiş bir adamım. Onurum, şerefim, haysiyetim, gururum, herşeyimi kaybettim. Herşeyimi... Artık bu acımasız dünya da insanı değerlerini kaybetmiş biri olarak sebepsizce ilerlemenin bir anlamı yok. Çoğu kişi yokluğumu bile farketmeyecektir zaten. Elveda dünya! Umarım biri bu defteri bulur...

Emre deneyin başlangıcından tam 2 yıl 10 ay ve 6 gün sonra evinde kendini Playstation kablolarıyla boğmuş olarak bulundu...

ÖZEL NOT: Blog'ta anlatılan öykü kurgu olsa da gerçek hayatta da bu deney aynen uygulanmış, ve Emre'nin 14. gün sonunda herkesi arayıp buluşma organize etmesiyle son bulmuştur.

28 Ekim 2010 Perşembe

Alkolde Yeni Bir Çağ!

Tarih: Ağustos 2007

Tarih boyunca cevabı kesinlik kazanmamış sorular vardır. Bir erkeği gerçekten mutlu eden şey nedir mesela? Para? Güç? Kadınlar? İhtişam? Hayır bilemediniz, yalnızca boş muhabbet yapıp alkol tüketilerek saatlerce Playstation oynanan, Özgür'lerin inşaat halindeki çatı katı, bırakın bir erkeği, aynı anda 6 erkeği birden mutlu edebiliyordu(Ve defalarca mutlu edebilirdi de). Nitekim aynı mükemmeliğin harika bir meltemle birleştiği sonsuz yaz akşamlarından biriydi...

Herkes ellerinde birer birayla ben ve Özgür'ün KoF kapışmasını izliyordu. Canına sıçtığım, çok ters bir adamdır Özgür, daima turnuvalarda harikalar yarattığım takımları bende yenerek alır, ve nihayetinde turnuvada ele geçirdiği takımlarla ilk turda yenilerek elenirdi. Tahmin edersiniz ki tekerrürden bıkmayan tarih de, o akşam aynı çizgide ilerlemeye devam ediyordu. Kendi adıma işler hiç te iç açıcı ilerlemiyordu ve herkes tabi ki bunu izlemekten müthiş bir keyif alıyordu. Yıllardır ağzına tükürdüğüm canım ekibimizde işler böyle ilerlerdi, nedense 7 kişi birden arenada götüne kılıç sokularak, Gladyatörler tarafından katledilen köleler gibi mağlubiyetimi izlemekten her daim keyif alırdı. Ne vahşi bir zevk, bu ne acımasızlık!

Aslında böyle bahsettiğime de bakmayın kıymetli okurlar, çoğunlukla bu tarz müsabakalarda gülen taraf ben olmuşumdur(Bana olan kıskançlıklarını buna bağlıyorum tabi doğal olarak). Nitekim tanrılar bu haksız zulüme daha fazla seyirci kalamadı ve müdahele etmekte gecikmediler. Maçı yarıda durduracak bir mucize belirdi bir anda. Oyuna tamamen konsantre olmuşken götümde müthiş bir sıcaklık ve köpüklenme hissettim. Hayır düşündüğünüz gibi değil, cırcır falan değildim, benim vücuduma ait olmayan bir oluşumdu bu. Hemen kafamı bu iğrenç hissin kaynağına çevirdim ve gördüklerim kanımı dondurmaya fazlasıyla yetti...

Koltuktaki kıvrımlarda, içinden bira akan bir dere yatağı oluşmuştu ve bütün akıntı olduğu gibi götüme akıyordu. Biliyorum, okuduklarınız fantastik gibi gelebilir, ama inanın durum bundan ibaretti, ne eksik ne de fazla. Daha da beteri, hayatım boyunca bir kez bile alkol kullanmamış olan ben, ilk alkolümü götümle içerek alıyordum. Bütün tadı, ağır kokuyu ve köpükleri birebir götümde hissediyordum. Evet insanlık tarihi binlerce yıldır alkol kullanıyordu, ama ben birayı tarihte götüyle içen ilk adam olarak adeta yeni bir çağı başlatıyordum. Söyleyin, böylesine iğrenç bir ilk deneyime sahip bir insan ikinciye cesaret edebilir mi?

Devam etmiş olsam kısa süre sonra şerefli mağlubiyetimle sonuçlanacak olan maçı, elimdeki joystiği bir kenara fırlatarak yarıda bıraktım ve "Hasssiktir!" diye haykırarak koltuktan ayağa fırladım, yavşak ekibimizin pis sırıtışları içerisinde. Bu insanlık dışı zulmün suçlusunu bulmak için hemen etrafıma bakındım. Koltuktaki doğaüstü dere yatağının yaratıcısı, ekibimizin onurlu ayyaşı Yiğit'ten başkası değildi. Tam bir zihinsel özürlü gibi birasını koltuğun üzerine bırakmış ve devrilen bira olduğu gibi benim götüme akmıştı. Olan biten inanılmaz tehlikeli bir bubi tuzağı idi anlayacağınız.

Tahmin edin ne oldu? Tabi ki ekip beni koruyup Yiğit'i suçlamak yerine devasa kahkahalarla gülmeyi tercih etti. Kahkahalar içinde dibine kadar bira işlemiş olan şortumu ve boxerımı değiştirmeye gittim makus talihime, yani Yiğit'e fütursuzca küfrederek. Geri döndüğümde her zaman ki gibi gene yalnız savaşçıydım ve olanların hesabını sormak için Yiğit'e döndüm. Ağzımı açıp tüm öfkemi kusmaya yeltendim ki "Senin gerizekalılığın aq, koltukta salak salak kıpırdadığın için devrildi bira!" diyerek son derece utanmaz ve aynı derece pişkin bir cevapla durdurdu beni.

Evet, insanın doğasında olan "kıpırdama" eyleminde bulunduğum için suçluyordu beni Yiğit. Ağzı açık bir biranın, yaylı ve dengesiz bir koltuğa embesilce bırakılmış olmasının ve benim bundan zerre haberimin olmayışımın herhangi bir suçu yoktu ona göre. Buna sakın şaşırmayın dostlar, henüz geçen hafta insan ırkı olarak biz daha kendi evrenimizin gerçekleğini ve sınırlarını kavramayamamışken, paralel evrenleri farkedemediğimiz için Can'dan çok sert bir Rör yediğimiz bir ekiptir KoSF ekibi...

"NASIL FARK ETMEZSİNİZ PARALEL EVRENLERİ *MINA KOYİM?"-M.Can Özbaş

11 Ekim 2010 Pazartesi

İkna Olmayan Adam

Tarih: Mayıs 2010

..."Yok abi öyle bişi, ben öyle bi ilgi görmüyom" dedi. Yemin ederim kafayı yicektim artık. Çağatay'ın 2-3 haftadır mesajlaştığı kız, bir kız ne kadar kibar ve üsluplu bir biçimde bir erkeğe ilgisini belli edebilirse ancak o kadar belli ediyordu Çağatay'a karşı olan hislerini. Ama karşımızda alkol+efkarın verdiği iğrenç etkiyle ikna olmak bilmeyen bir mahlukat vardı. Saatlerdir ben ve Can kızın ondan hoşlandığını ve artık Çağatay'ın bir adım atmasını gerektiğini izah etmeye çalışıyorduk, ama nafile. Can'a birkaç hafta önce verdiği direktifleri kendisi tamamen unutmuş gibiydi. Kız uçakla gökyüzüne "Seni Seviyorum Çağatay" yazsa bile "Abi saçmalamayın kız sadece çok samimi." diyebilecek bir adama laf anlatmaya çalışıyorduk, kendi de kızdan deli gibi hoşlanmasına rağmen hemde! Şu manyaklığa bi bakar mısınız a canına yandığımın okurları?

Zira bu ultra garantici adama laf anlatamayacağımızı anladık ve kutsal mekanımız Sardunya's ı terk edip durağa doğru ilerlemeye başladık. Yol boyunca artık Çağatay'ın da bu konuda adım atması gerektiğini yoksa kızın artık illallah edip vazgeçeceğini, finalde de Çağatay'ın sik gibi ortada kalacağını anlatmaya çalıştım. Ama olmuyordu işte, karşımdaki adam hem alkollü hem de efkarlıydı. Ne kederli bir durum ya rab!

Otobüsümüz gelince Can'la vedalaştık ve hemen en arkadaki dörtlü koltuğa yerleştik. Havanın biraz yumuşamasını istedim ve konuyu benim yalnızlığıma getirdim. Göğüs kasları gelişmiş kızlara olan ekstra ilgimi bilen Çağatay, bana uygun bir arkadaşından bahsetmeye başladı. Ama sesinin yüksekliğinin farkında olmadığı için bana değil, sanki otobüsteki tüm insanlara haykırıyordu kızın göğüslerinin büyüklüğünü *mına koduğum. "Abi öküz gibi kızın göğüsleri, mutlaka görmen lazım senin!" cümleleriyle bütün otobüs kızın kıyafetine sığmayan göğüslerini dinliyor ve benim mutlaka görmem gerektiği fikrine empoze de ediliyordu. Ben donakaldıkça o coştukça coştu, sesini yükselttikçe yükseltti. Yani belediye otobüsünde girdiği bu tehlikeli yolda benide son sürat yanına katmıştı Çağatay, her an halk jürisi tarafından ağzımız burnumuz dağıtılabilir ve otobüsten atılabilirdik. Lakin en sonunda gözlüklü ve hayatından elbette ki son derece mutsuz bir teyzenin(ve tabii ki son derece şişman ve çirkin) zehirli bakışları bize yönelince Çağatay'ı sakin olması ve sesini azaltması konusunda uyardım. Kızı yalnızca bana anlatması yeterliydi.

Ben tam her şey normale döndü diye düşünürken tahmin edin bu sefer de konu nereye geldi kıymetli okurlar? Tekrar kız meselesine tabii ki! Alkolün etkisi ve aşk acısıyla adeta şarapçıya dönen Çağatay "Lan Emre, bu kız nereye hoşlanıyo lan benden? Çok az mesaj attı bugün. İlgi göstermiyo" dedi. Bu acılı adımı hem zaptetmek hem ikna etmek görevini üstlenmiş olan ben ise "Merak etme lan atıcak elbette, hoşlanıyo olm kız senden, eminim." dedim. Zira birkaç dakika içinde tezimi ispatlayan bir kıpraşma sesi geldi Çağatay'ın cebinden. Kız Çağatay'ın hatrını soran ve gayet onun ilgisini bekleyen bir mesaj göndermişti. Tam doğru tahminimin haklı gururunu doyasıya yaşayacaktım ki bu sefer de Çağatay'ın neşe dolu haykırışı kapladı otobüsü: "İŞTE BÖYLE MESAJ GELİNCE ÇOK MUTLU OLUYORUM BEN!"

Evet, gittikçe gerilen otobüs ahalisi önce benim büyük göğüslü kızlara olan ilgimi, daha sonra bana uygun kızın detaylı vücut(özellikle göğüs bölgesi) analizini ve son olarakta sevdiği kızdan haber alan adamın mutluluğunu öğrenmişti. Olay artık adeta bir BBG'ye dönmüş, tüm seyirciler olarak yarışma bitmeden Çağatay'ın kıza açılıp açılmayacağını izliyorduk tam bir reality show tadında. Bense bu yarışmanın son derece etkisiz ve ilk hafta halk oylamasıyla hemen elenicek adamı durumundaydım. Aşklar yaşayan yarışmacıları teselli eden kişinin ta kendisiydim. Bu derbeder adamı tekrar uyardım ve otobüs yolculuğuna neyse ki sorunsuzca devam etti.

Ama alkol Çağatay'ın vucüdunda bitp tükenmek bilmeyen iğrenç bir etki yaratmaya devam ediyordu. O bildiğim adam gitmiş, yerine arabesk-rap dinleyen, aşk acısı çeken bir ergen gelmişti sanki, bir saçlarının arkasını havaya dikse herşey tam olacaktı. "Otobüsten inince telefon edicem ben kıza" dedi(Bana ve tüm otobüse tabii ki). "Ne?" diye karşılık verdim, "Otobüsten inince telefon edicem kıza. Ne var yok ne yok anlatıcam. Nolcaksa olsun artık" dedi. En sonunda doğru kararı veren dostumun kararlılığından etkilendim ve "Et lan!" dedim "Sen etmezsen bitmez bu sürünceme, kızdan bi adım bekleme artık, al sazı eline!" dedim. İmparator Fatih Terim edasında büyük maça hazırlıyordum Çağatay'ı, yüreklendirmiş, taktik vermiş ve gaza getirmiştim. Artık gerisi sahadaki oyunculara kalıyordu yani.

Büyük an geldi çattı ve sağ salim otobüsten inebildik. Çağatay'ın elinde telefonu gördüm ve heyecanla sordum:"Eve varınca mı arıycan kızı? Sokak ortasında olmaz.". Artık gözleri bambaşka yönlere bakan dostum "Yok lan ne arıycam, ortada fol yok yumurta yok. Kız sadece çok sıcakkanlı, bence özel bi ilgisi yok bana. Uykum var, eve gidince direkt uyucam" dedi.

Hayatımda delilik ve normal bilinç arasında ki ince çizgide en çok gidip geldiğim anlardan biridir bu dostlar. Dostuma elveda deyip hışımla evimin yolunu tuttum:

"Mutlu ol, iyi bak kendine,
Ne olur gözün arkada kalmasın.
Uzun uzun seneler var önünde,
Gün gelir acıya, alışırsın;
Alışırsın..."

22 Eylül 2010 Çarşamba

Komplo Teorileri

NOT: Birazdan okuyacaklarınız, sosyal ve kişisel hayatınızı tehlikeye atabilecek, hatta ölümünüze neden olabilecek son derece gizli bilgiler içermektedir. Eğer güvenliğinizden şüphe duymak istemiyorsanız, hemen bu yazıyı okumayı bırakıp ortada hiç bir kanıt bırakmayacak şekilde bir süreliğine ortadan kaybolun. Başınıza gelebileceklerin sorumluluğu KoSF ekibine ait değildir, çünkü bu olay bizleri de fazlasıyla aşıyor.

Şu an da güvenlik sebepleriyle asıl ismini veremeyeceğimiz ve 5 yılı aşkındır KoSF ekibinin değişmez üyelerinden olan Y'nin, yıllar geçtikçe ekibin buluşmalarına katılım oranın gözle görünür bir biçimde düşmesi, mesajlara cevap vermemesi, telefonlarımızı açmaması ve bazen haftalarca, hatta aylarca ortadan kaybolması, bize bunun sebebinin sadece basit bir tembellik olduğu konusundaki fikirlerimizi sorgulamamıza yol açtı. Bu sebeple, bu son derece gizemli ve tehlikeli olayın sebeplerini, ekipçe alkolün gırla gittiği bir poker masasında tartıştık ve bazı sonuçlara, daha doğrusu teorilere vardık. Bu teorilerin gerçekçilik payını sorgulamak içinde sizlerin fikirlerini de merak ettik kıymetli okurlar. Lütfen okuyun ve fikirlerinizi bizimle paylaşın, bizde ona göre kendi güvenlik önlemlerimizi alalım. İşte teoriler:

Teori 1- İLLUMİNATİ ÜYESİ: Y, aslında bir İlluminati üyesidir. Dünyanın en etkin kişilerinin yer aldığı bu seçkin topluluğun toplantılarına katılmakta, ve tarihin felaketle sonlanıp yalnızca üstün insanların hayatta kalacağı, vadedilen topraklardaki üstün insan ırkı düzeninin kurulması için aktivitelerde bulunmaktadır. Bu yüzden ortadan kaybolmakta, yanımızda da olduğu zaman da ekibimizin dünya tarihinin akışını değiştirecek cümleler kurmasını sabote etmektedir(Bkz. Dünyanın Akışını Değiştir(emeyen)ecek Cümleler), hatta kendi kimliğini gizlemek için de arada bir yalandan kendi de hata yapmaktadır. Böylece dikkatleri üstüne çekmemektedir.
Y, aslında bir İlluminati üyesidir.

Teori 2-SERİ KATİL: Y, aslında bir seri katildir. Sosyopat bir annenin ellerinde büyümüş olan Y, en sonunda bir seri katil haline gelmiştir. Bazen çeşitli şehirlerdeki kurbanlarının peşine düşmek için günlerce ortadan kaybolur, bu sebeple ekibimize "Beni bir hafta buluşmalara çağırmayın" der. Hatta Ersen'in üniversiteyi kazandığı yaz, tam tamına 3 aylığına kendisinden haber alınanmıştır. Cinayetler işleyeceği günlerin gündüzü, bizleri "Okuldayım ders var" akşam da "Okulda çok yoruldum gelemem bugün" diyerek oyalamaktadır. Ancak kendisine verilen listeyi tamamladığı zaman ekibimize katılmakta ve cinayet mahallinden uzaklaşmaktadır.
Y, aslında bir seri katildir.

Teori 3-MÜTHİŞ BİR CİNSEL HAYAT: Y, aslında müthiş bir cinsel hayata sahiptir. Buluşmalara gelmediği saatlerini her ırktan ve ten renginden kadınlarla geçirmektedir. Ekibimizi uzun süredir yalnız olduğunu iddaa ederek kandırmakta, ve bu müthiş cinsel hayatını gözlerden uzakta yaşamaktadır. Bunun sebebi de, bize yıllar sonra yaşadığı ilişkilerin videoya alındığı dolapları göstererek ve kasetleri yüzümüze çarparak intikam alacak olmasıdır. Bu sebeple bizim yanımızda iken karşı cins için tek bir kalori bile harcamamakta ve yakışıklı olduğu belirtildiğinde planı ortaya çıktığı için son derece sinirlenmektedir.
Y, aslında müthiş bir cinsel hayata sahiptir.

Teori 4-İNSANLIK TARİHİNİN GÖRDÜĞÜ EN TEMBEL ADAM: Y, insanlık tarihin gördüğü en tembel adamdır. Günlerce hiçbir geçerli ve mantıklı sebebi ya da uğraşı olmadığı halde evde boş boş oturmakta, yazdığımız mesajlara cevap vermemekte, telefon ettiğimizde de açmamaktadır. Evinde boş boş msn'e girmekte, uyumakta ve hatta hayatında bir kadın olması için bile zerre enerji harcamamaktadır. En büyük hayali evde yatarak para kazanmaktır.
Y, insanlık tarihin gördüğü en tembel adamdır.

Teorilerimiz bunlardan ibaret kıymetli okurlar, şimdi sizlerinde kıymetl, görüşlerinizi bekliyoruz. Ama lütfen fikirlerinizi yazdıktan sonra internet geçmişinizi silip, mümkünse kullandığınız bilgisayarı imha ediniz. Zira sizleri İlluminati ya da Seri Katiller Loncası gibi dış güçlerden koruyacak güce sahip değiliz...

Saygılarımızla

2 Eylül 2010 Perşembe

Dünyanın Akışını Değiştir(emeyen)ecek Cümleler

Öncelikle şunu belirtmeliyim, biraz sonra okuyacaklarınız önceki bloglar gibi başımızdan geçmiş bir olayı değil, KoSF ekibi üyelerinin dünyanın akışını değişitirecek niteliğe sahip cümleleri sarf edememeleri yığınıdır. Her ne zaman ki dünya için çok önemli bir cümle, tespit ya da tanım söylemek istesek, müthiş bir ilahi güç bizi durdurdu ve yeni bir çağa adım atmamıza engel oldu. Nasıl olduysa her seferinde ağzımız burnumuz birbirine girdi, dilimiz takıldı, nefesimiz kesildi. O sebepledir ki tarih belirtmeden hemen bu doğaüstü olayları sizlerle paylaşmak istiyorum dostlar:
***
Durum: Can, Asya'daki savaşaların tarihi hakkında çok önemli bir bilgi vermeye çalışıyor
Cümle: "Ord kurd ord. Ord ord ord"
Meali: "Ordularını kurup...."
***
Durum: Ersen, İzmir fuarındaki birbirinden taş hatunlarının herhangi birinin nedne kendi hayatında olmadığına dair bir yargıya varmaya çalışıyor
Cümle: "Benim olmayan...benim...benim olmasın!!!!"
Meali: "Benim olmayan hiçbişey bu insanlara da yar olmasın!"
***
Durum: Can, oldukça heycanlı bir biçimde birşey anlatmaya çalışıyor
Cümle: "Aaab baaab baaaab aaaab!"
Meali: "Abi!!!..." ya da "1001010100010101"
***
Durum: Yiğit, cennette üretim olmaksızın herkesin kusursuz bir cinsel hayat ve yatışa sahip olacağı ütopik ama mümkün sistemi betimliyor.
Cümle: "Abi şimdi cennet obobobobboobbobobobo"
Meali: "Abi şimdi cennette bu sistem..."
***
Durum: Can, 80'lere hükmeden bir şarkıyı anlatıyor
Cümle: "Abi bu şarkı 80'leri kasıRIp kavurdu!"
Meali: "Abi şarkı 80'leri kasıp kavurdu!"
***
Durum: Ben, Yiğit'in Rör bilimi konusundaki yeteneği hakkında konuşuyorum
Cümle: "Abi adam Rör Ana Dilim Balı Başkanı. Aman pardon, Ana Dilim Balı Başkanı(Aynı hata üst üste 5 kez tekrar eder)"
Meali: "Abi adam Rör Ana Bilim Dalı Başkanı"
***
Durum: Can, yerinde konuşmanın gerekliliği hakkında bir yargı belirtiyor.
Cümle: "Söz sükutsa, gümüş altındır!"
Meali: "Söz gümüş ise, sükut altındır"
***
Durum: Can, insanların umutlarını asla kaybetmemeleri konusunda oldukça anlamı bir cümle söylüyor
Cümle: "Abi gecenin karanlığı şafaktır!"
Meali: "Gecenin en karanlık anı şafaktır!"
***
Durum: Özgür, kızlar konusunda dertli olan ekibimize İzmir kızları hakkında müthiş bir açıklama yapmaya çalışıyor
Cümle: Birader İzmir k...(Bir anda önündeki sabit bira yanardağ gibi infilak edip etrafa saçılır ve Özgür ne diyeceğini tamamen unutur)
Meali: Birader İzmir kızları vs vs vs(Aslında feci bir açıklama yapacaktı ama tamamen unuttu)
***
Durum: Can, insanlık tarihindeki doğu-batı blokları savaşları hakkında bir açıklama yapıyor
Cümle: Aab şimdi...(Emre'nin Ersen'e fırlattığı Negro paketi havada inanılmaz biçimde yön değiştirerek Can'ın alnında patlar)
Meali: Abi şimdi doğu güçleri...(Çarpma etkisiyle diyeceklerini unuttu)
***
Durum: Can, Emre'nin ona "Abi otel iki kişilik 100 lira mı?" sorusuna aslında otelin kişi başı 100 lira olduğunu alaycı bir dille anlatarak cevap vermeye çalışıyor
Cümle: İki kişi yüz başı!!!
Meali: Hee iki kişi yüz lira *mına koyim

DEVAMI GELİCEK(Daha doğrusu hatırladıkça yazacağım)

31 Ağustos 2010 Salı

Karı 3D

Tarih: 2008'i 2009'a Bağlayan Gece

Çağatay'ın evinin üst katında kalma yaptığımız harika bir yılbaşı akşamıydı. Bütün gece boyunca saatler süren Soul Calibur 3 turnuvaları yapılmış, kimse 5 yıldır zerre para vermediği halde emektar joystiğime eski hassasiyetini kaybettiği için bol bol küfredilmiş,turnuva ağaçlarımla t*şak geçilmiş, Can'a fazla savunma yaptığı için psikolojik olarak yüklenilmiş ve her zaman olduğu gibi sebebini ısrarla anlayamadığım biçimde bütün turnuva boyunca rakiplerim desteklenmiş, bana düşman kesinilmiş, ben kazandıkça üzülmüş, yenildikçe de evi bayram havası kaplamıştı. Sadece mağlup olmam için rakiplerime Fatih Terim tarzı taktikler ve moral verilmesini saymıyorum bile(.mına kodumun kıskançları)!

Müthiş turnuvanın finalide sanki profesyonel bir Formula 1 yarışı gibi alkolle kutlanılmıştı. Nihayetinde saatler oldukça ilerlemiş ve dolayısıyla beyinler buharlaşalı oldukça uzun bir zaman dilimi olmuştu. Tabi ki ekibimiz ben alkol almadığım için beynimin hala yerinde olmasını sindirememişti ve uyumak için yattığım yerde bana saldırmaya devam ediyordu. Erich Vön Daniken'in kitapları, çok sayıda teori, gözlem, makale ve yazı dizisi okuyarak oluşturduğum "Uzayda Yaşam" kültürümü "Olm uzaylılar Türkiye'ye inse, bir yıla kalmadan tecavüz ederler. Ağızları emici doku nasılsa, ehü hü he hehehee hehe" gibi Tecavüzcü Coşkun tripleriyle baltalamaya çalışıyorlardı(Ki bu da başka bir Blog konusudur) müthiş bir neşeyle. Herneyse, duyduklarıma lanet okuyup Can'ı hala SC3 oynar biçimde salonda bıraktım ve "Allahınızdan bulun" tarzı bir vucut diliyle kendimi uykunun kollarına bıraktım. Ben uykuya dalarken sabah ezanı yeni yeni okunuyordu...

Nedendir bilemiyorum, ekipçe kalma yaptığımızın sabahları anlamsız bir halsizlikle uyanırım. Nitekim de gene öyle olmuştu. Uyku sersemi salona doğru ilerledim ve gördüklerim beni hala uyuyup uyumadığım konusunda şüpheye düşürdü. Can, saatler önce onu TV'nin başında bıraktım yerdeydi, yerinden bir milim bile kıpırdamamış ve elinde joystick, kanlı gözlerle gene aynı ekrana bakıyordu, hemde Soul Calibur 3 oynayarak! Hemen yanıbaşına da Ersen oturmuştu. Gördüğüm kadarıyla oldukça mutlu, hayır hayır daha doğrusu neşeli idiler. Neşelerinin kaynağını öğrenmek için ekrana baktım ve kabusumla yüzleştim...

Evet kıymetli okurlar, bu oldukça neşeli ikili, karakter yaratma modunda beraber 3 boyutlu bir karı yaratıyorlardı. Ve müthiş bir uyum ve takım oyunu sergilemekteydiler. Can tam istediği şekilde "Sörf Tahtası" fiziğine sahip bir kadın yaratmış, Ersen ise bu kadını aptal bir saç modeli, iğrenç mor bir kıyafet ve elbiselerle süslemişti. Sanki ekrana değilde adeta karşılarında capcanlı duran Adrianna Lima ya da Jessica Alba'ya bakıyor gibiydiler. Ve hayır, yaşadığım şok henüz sona ermemişti, şimdide fiziksel olarak kusursuzlaştırdıkları hatunu kirli emellerine alet ediyorlardı. Çeşitli rotasyon ve zoom teknikleriyle yarattıkları kızın götüne zoom'luyor, frikiklerine bakıyor ve "Ehi hehe hehe" gibi iğrenç bir sırıtışla tatminlerini dile getiriyorlardı. Sanırım dün gece ki uzaylıya tecavüz muhabbetleri onları kesmemişti.

Donaklamışlığın verdiği çaresizlikle adeta uyanamadığım bir kabusu yaşıyordum. Derken korktuğum başıma geldi ve Can varlığımı hissetti. Kanlı ve korkunç gözlerini üzerime dikerek yavaşça bana döndü. Kanın vücudumdan çekildiğini hissettim ve korku iliklerime kadar işledi. Ve dudaklarından sonumun geldiğini anlatan soru döküldü:
"AAB?*"

*"AAB" kelimesi, Rör dilinde "Abi" anlamına gelmektedir.

1 Ağustos 2010 Pazar

SHUN-GOKU-KOLA(COCA)

Tarih: Ağustos 2009

Sonu gelmeyen yaz sıcaklarında yapılan buluşmalardan biriydi, ama sonu gelmeyen şey buluşmalar mı yoksa yazın kavurucu sıcaklığı mıydı tam olarak kestiremiyorum. Zavallı Özgür evini biz mutlu olalım diye organize etmiş ama tabiki herkes tek tek dünyanın en işe yaramaz bahaneleriyle gecikmiş, ya da en kötüsü herhangi bir bahane bulma gereği bile duymadan gelmemişti(İsim vermek istemiyorum bu şahsın adının ilk harfi Y). Yani sonuç olarak Özgür'lerin evinde ona eşlik eden herzamanki gibi sadece ben ve Can vardık.

Street Fighter 4 çıkalı çok uzun bir zaman geçmemişti. Henüz Çağatay'da işe girip Playstation 3 almadığı için Can ve Özgür bilgisayar başında fütürsuzca kapışıyor(ki büyük ihtimalle Özgür'ün Ryu'su, Can'ın Fei Long'una karşıydı), bense odanın bir köşesinde kolamı yudumlayıp cipsimi yerken onları izlemenin tadını çıkarıyordum. Zira hiçbir zaman SF oyunlarının sistemini tam olarak çözememiş(ya da anlam verememiş) ve birkaç turnuva harici Sparta Prag gibi averaj takımı olmuştum.

Derken ansızın gökyüzü kararıp bulutlar toplanmaya, yani Can'ın ihtiyaçları baş göstermeye başladı. Tamamen oyunla bütülenmiş olan Can, olduğu yerden bana doğru bir gıdım bile dönmeden "Emre bana kola koyarmısın abi?" diye olabileceği en kibar şekilde rica etti. Ve isteği son derece de makul bir istekti. Derken saniyenin binde biri kadar bir zaman dilimi bile geride kalmamışken %10 serzeniş %90 öfke içeren bir ruh haliyle Can, tüm gücüyle bana bağırdı: "KOLA KOYDUĞUN İÇİN SAOL EMRE!!!!"

Evet kıymetli okurlar, Can'ın benden kola istemesi komutu daha sinir nörönlarım tarafından beynime iletilecek kadar bir zaman dilimi bile geçmeden Can benden bu komutu gerçekleştirmemi beklemiş ve dolayısıyla ışık hızında hareket edemediğim için bana karşı ölümcül bir öfke duymuştu. Ama kendisi, belkide zaman-mekan eğrisini alt-üst edebilecek çabuklukta bana Shun-Goku-Satsu çekmeyi başarmış ve ruhumu cehennemin en karanlık köşelerine göndermeyi başarmıştı! Ayrıca ruhu bedenini terk eden tek kişi de ben değildim, Özgür'de yaşadı beyin felcine bağlı olarak bitkisel hayata girmişti.

Tebrikler Can! ULTRA COMBO FINISH!

14 Temmuz 2010 Çarşamba

Tanrı'nın Gücü: Eğleniyor Mu Yoksa İyilik Mi Yapıyor?

Tarih: 13 Temmuz 2010

Hocalar ve asistanların bana duyduğu sonsuz sempatiyle ite kalka pek de başarılı olmayan üniversite hayatımın sonuna gelmeyi başarmıştım. Gün içerisinde, başıma bela olan bir dersin tek ders sınavına girmiş, mucizevi şekilde kolay olan sınavda coşarak rahatlamıştım. Rekor sayıda öğrenciyi tek ders sınavına bırakan bir hocanın, bu sefer çakmadığım hiçbir konuyu mucizevi biçimde sormamasıyla, hem günlerdir benim için yüzbinlerce dua okuyan annaanneme ve dolayısı ile tanrıya minnet doluydum elbette.

Nitekim bu zaferimin akşamı, hem üniversiteden dostlarımı, hem de KoSF ekibini akşam Alsancak'ta bir araya getirmiş ve oldukça iyi vakit geçirmiştim. Herşey mükemmel gidiyordu o gün için. Ta ki, güzel gecenin ardından, Özgür'le beraber Buca'ya dönmek için otobüse binene kadar...

Olacaklardan habersiz en arkadaki ikili koltuğa yerleştik Özgür ile. Bütün gün yaptığımız gibi gene kadınlar dünyasının bizim gibi mükemmel adamları farkedemediklerden dem vuruyor ve "Kendileri kaybederler abi" diyerek yalandan birbirimizi teselli ediyorduk. Dostluk böylesine kuvvetli bir bağdı işte.

Bir durak sonra tam karşımızdaki bize doğru dönük olan ters koltuğa, yüzü gayet çekici bir kız oturdu. Elbette ki bizimle ilgilenmiyordu ama biz kızın güzelliğine bakarak bile mutlu olabiliyorduk. Derken hemen bir amca sadece ben mutsuz olayım diye koskoca otobüs bomboşken tam önüme gelip adeta etten bir duvar örerek kızla ilgili bütün bağlantımı bitirdi. Evet, o an dünyada en nefret ettiğim varlık o amca idi ve o an adamın sırf beni kıl etmek için doğaüstü güçler tarafından parayla tutulduğuna kesinlikle emindim. Zira tezimi ispatlarcasına da milyonlarca yılda oluşmuş yer şekilleri misali amca, yerinden bir milim bile kıpırdamıyordu.

Derken kızın yanına biraz daha irice ama oldukça dikkat çekici mavi kıyafet giyen bir kız daha oturdu. Tam Özgür'le mutlu olmaya yeltenmiştik ki, bu sefer de göbekli adam birer dakikalık periyotlarla önümüze geçiyor, ardından aradan çekiliyor, sonra tekrar önümüze geçiyor ve bu döngü böyle sürüp gidiyordu. Sizin anlayacağınız kızın preview'ını yapıyordu bize yani.

Bir 10 dk kadar sonra göbekli adam tamamen aradan çekildi. Özgür'le kızın fiziksel analizini yaparken, kısa süre sonra bize beyin felci yaşatan bir görüntü ile karşılaştık. Kız bize doğru bakıyor ve gülümsüyordu. Özgür'le birbirimize baktık, çünkü kız bize durduk yerde gülümsemeyecek kadar güzeldi bir kızdı normalde. Elbette buna bir anlam veremedik ve biz cevapsız sorular içerisinde boğulurken tekrar baktığımızda kızın tekrar güldüğünü gördük. Evet evet, kesinlike bize gülümüsüyordu kız. Tabi ki Özgür'le beraber koptuk ve bizim koptuğumuzu gören kız adeta kahkaha krizine girdi. Otobüsün arka tarafı yalnızca bu anlamsız ve aptal gülümseme ilişkisini izliyordu. Biz güldükçe kız daha da coşuyor, kahkahalar karşılıklı olarak havada uçuyordu. Hatta kız şimdi de bize doğru yanda görmüş olduğunuz el işaretini yapıyordu oldukça gülümser biçimde.

Karşılıklı gülümsemelerle geçen dakikaların ardından tamamen afallamıştık ve Özgür tam anlamı ile beyin felci yaşıyordu. "Allahım bana bugüne kadar hiçbir kız direkt olarak gülümsemedi, eğleniyor musun bizimle?" diyerek ellerini havaya kaldırdı. Kahkahalar kesilmişti, fakat gene sık sık kızla göz göze geliyorduk. İçten içe gayet güzel olan bu kızın bana yazmasını deli gibi istesemde bizimle taşak geçme olasılığını daha da fazla gördüğüm için kesişmeyi bıraktım ve bu görevi Özgür'e devrettim. Zira Özgür işini kusursuzca sürdürmeye devam ediyordu.

Derken durağımıza yaklaştık ve inme vakti geliyordu. O an da Özgür bana döndü ve "Abi ben inmiciem, bu kız nereye kadar giderse gidicem, sonra neden güldüğünü de sorucam" diyip benimle vedalaştı. Derhal "Abi öğrenir öğrenmez bana mesaj at" dedim ve zamanım gelince gene el elde baş başta biçimde kafamda sonsuz sorularla otobüsten indim. Ve giden otobüsün ardından baka kaldım.

Eve vardığımda dakikalar saatler gibi geçiyor, Özgür'den mesaj bir türlü gelmek bilmiyordu. Daha fazla dayanamadım ve Özgür'ü mesajlarımla taciz etmeye başladım. Derken tüm düşüncelerimi yarıp geçen bir mesaj sesi inledi. Özgür'le aramızdaki mesajlaşma aynen şöyleydi:

Özgür: Kızı Çevikbir Meydanında 10 kişilik bir arkadaş grubu karşıladı. Ama ben yinede neden güldüğünü sordum. Ne dedi tahmin et? :S
Emre: Ne dedi aq?
Özgür: "Tekrar karşılaşırsak söylerim"...Şu an beynim spazm geçiriyor...

Ey tanrım, hikmetinden sual olmaz ama eğleniyor musun bizimle gerçekten???

14 Haziran 2010 Pazartesi

Çift Soru, Tek Cevap

Yıl : Ağustos 2009

Can'ın annesinin, kendi yazlıklarına gidip, Alsancak'ta ki müthiş evlerinin bizim egemenliğimizin altına girdiği sıcak ve eğlenceli yaz akşamlarından biriydi. Gereksiz ve komik videolar, FRP, Playstation'da saatlerce sürecek dövüş oyunu turnuvalarıyla geçecek bir gecenin başlamasından önce (Ki bu minumum sabaha karşı 5'e kadar sürer), Kordon'a çıkıp müthiş güzellikteki havadan faydalanmaya karar vermiştik, daha doğrusu yalnızca ben hariç herkes içip boş muhabbet yapılacaktı.

Nitekim tıpkı umduğumuz şekilde ilerliyordu gece, önce dışarda yemek yenilmiş, şimdi de ellerde biralarla Kordon'da oturuyor ve boş muhabbetin dibine vuruyorduk. Nihayetinde gece ilerlerken, yanımda oturan Özgür'ün yavaş yavaş muhabbetten koptuğunu gördüm. Gözleri tek bir şeye kilitlenmeşti, tam karşımızda bira içen dertli iki kız oturuyordu ve biri az makyajlı, doğal siyah saçlı, ince ve hoştu, yani tam olarak Özgür'ün istediği fiziksel kusursuzluğa sahipti. Ve o an Özgür için dünyada başka herhangi birşey yoktu.

Ekipçe önce bunun geçici bir beğenme olduğunu düşünsekte gerçek aslında bundan oldukça farklıydı. Özgür boş muhabbetten tamamen kopmuş ve yalnızca kıza beğeni dolu gözlerle bakıyordu. Ki hemen ardından bana dönüp "Abi kız çok güzel valla gidip tanışcam şimdi" demesiyle, elektrik bekleyen ekibimizin fitili ateşlendi ve boş muhabbet yerini Özgür'ün bunu asla yapamayacağına dair taşak geçme ve alaylara bıraktı(Şunu da açıkça belirteyim, bu aslında 7 kişilik ekibin bunu hiçbir zaman kendileri de yapamayacağı için eziklik hissini başkasına yığma çabasından farksızdır). O an kalbi aşkla dolmuş olan arkadaşımız, "Ulan ezikler, işte siz bu kadar kolay birşeye gülecek kadar eziksiniz, gidip beraber içmeyi teklif etmekte ne var aq?" diye son derece özgüvenli bir çıkışta bulundu. Fakat bu bizim ekibi sindiremezdi, biz "Hadi lan o zaman" diye çoşunca, "Nolcak lan?Giderim ama yanıma benim gibi oldukça güzel giyinmiş biri daha lazım, ikiye iki olarak gidelim" dedi ve ekibimizden kendine uygun bir partner aramaya başladı.

Unutmadan belirteyim, Özgür'ün yere göğe sığdıramadağı giyimi, bol renkli bir tişört, kapri pantolon ve terlik modeli üstü açık ayakkabılardan ibaretti. Bu sebeple metalci modunda dolaşan ben ve kuzenim hemen oyun dışı kalmıştık. Yiğit ve Çağatay'ın da böyle bir atraksiyona girişmeyi kabul etmemesi üzerine Özgür'ün kendine seçtiği ekip arkadaşı, ev kıyafetiyle gelmiş olan Can'dı. Can asla Alsancak'lı gibi giyinmezdi. Üzerinde daima rahat ve sportif kıyafetler(Göğüs kısmı açık) kıyafetler ve terlik olurdu.

Ekipçe büyük bir heyecan kapladı bedenimizi. Hepimiz susmuş ve heyecanla ellerinde biralarla avlarına sessizce(Can'ın yüzündeki yavşakça gülümseme hariç) yaklaşan Özgür ve Can'ı izliyorduk. İşte o büyük ve beklenen an gelmişti, nefesler tutuldu. Yanlarına varınca. Özgür oturan kızların yanına eğildi ve aralarında şöyle bir konuşma geçti(NOT: AŞAĞIDAKİ DİYALOG HİÇ DEĞİŞTİRİLMEDEN AYNEN GERÇEKLEŞMİŞTİR):
Özgür: İyi akşamlar.
Kız: Hayır
Özgür: Oturabilirmiyiz?
Kız: Hayır

Evet, o aşk dolu yarım saatlik bakışların finali yalnızca bunlardan ibaretti. Belli etmemeye çalışsa da geri dönerken Özgür'ün yüzünde bozulmuş bir ifade, Can'ınkinde de safi öfke mevcuttu. Tabi tahmin ederseniz ki biz bu traji-komik olaya yalnızca komik tarafından yaklaşıyor ve adeta götümüzle gülüyorduk. Bizim güldüğümüzü gören Özgür'ün yorumu da aynen şu şekilde oldu:"Ulan öyle 7 kişilik abaza ekibi gibi oturursanız kimse kabul etmez tabi!"

Siktir lan!

2 Haziran 2010 Çarşamba

Gerçeklik

Yıl : 2009 - Ay, Gün ve Saat bilinmiyor

Bazen hayatta öyle hatalar yaparsınız ki sevgili okurlar, o hatadan sonra ne yaparsanız yapın geri dönüşü olmaz. Şimdi anlatacağım olay gerçekten yaşanmış, ibret verici bir olaydır.
Hafızam beni yanıltıyor olabilir ancak büyük ihtimal o akşam Can'larda kalıyorduk. Can İzmir'in en kalınası evinde oturuyordu. Onun evinde kalıp da gülmekten ağlamadığım bir akşam yoktu. Ambians o kadar güzeldi ki o evde bir defa kaldıktan sonra başka bir ortamda bulunmak istemezdiniz. Ortalıkta alçıdan yapılmış çıplak Aphrodite heykelleri, vücutsuz bir Athena ya da bilimum antik biblo eşyası bulunuyor, gereksinim açısından son derece gereksiz olup sadece özgürün kıçını başını çarpmasını sağlıyor, bize de gülmek için pay çıkarıyorlardı.
Ateşli şekilde FRP'ye girişmiştik ve dış dünyayı unutmuştuk. Özgür ve ben inatla kötü zarlar atıyor, bir düşükleri bir büyükleri alıyor ama bir türlü olumlu sonuç alamıyorduk. Herşey normal seyrinde ilerlerken bir ara grubun konsantrasyonu bozulmuş olacak ki, biri cipse diğeri kolaya, biri sms atmaya yöneldi derken oyunda bir kopukluk oldu ve kısa süreli mola verdik. Bu sırada Ersen'in telefonu çaldı ve rahat konuşmak için cam kapılı balkona doğru yöneldi. Can bu sırada az önce başarısız olduğu son derece anti estetik art of fighting hareketlerini Yiğit'e anlatıyor, Yiğit ise zaten kariyeri baştan aşağı başarısızlıklarla dolu olan biri olarak gayet normal karşılıyor ve "olm zar işte, sikeyim bu zarı" şeklinde patavatsızca küfrediyordu. Bu sırada garip bir ses işittik grupça. "*Doink*"
Ben ses üzerinde fazla düşünmenin gereksiz olduğunu düşündüm ve kafamı kaldırıp bakmaya üşendim, ama ortalıkta müthiş bir sessizlik hakimdi ve sebebini geç öğrenecek olmam ne yazıktı. Kafamı kaldırıp Can'a baktım. Can gözlerini kısmış Ersen'e bakıyordu. Görme sorunu olduğundan mı yoksa olayın gerçekliğini henüz kavrayamadığından mıdır bilinmez, hiçbir tepki vermiyordu. O sırada solumdan bir inilti geldi...

Yiğit : Abi....
Ben : ??

Yiğit bir yandan çenesini "acaba?" şeklinde tutuyor, bir yandan Ersen'i süzüyordu. Derken kafamı çevirip ben de odaklandım ve yüzündeki o dehşet verici ifadeyi gördüm; "Tanrım inşallah fark etmemişlerdir"
Tekrar Yiğit ile göz göze geldim ve ;

Ben : Yok, olamaz...
Yiğit : Olum az önce...

Eğer Ersen yeterince zeki olsaydı telefonu elinden bilerek düşürebilir, ya da önündeki cama bir yumruk atıp sanki saçma sapan anime karakterlerinden birini daha taklit ediyor izlenimini verebilir, biz de normal karşılayıp bir şey yokmuş gibi devam ederdik. Ama o kadar zeki değildi. En azından o an için olamazdı. Müthiş bir kahkaha koptu. Böyle bir olayı en son Bugs Bunny versus Fırtına Sam'de görmüş olan bizler, gerçek dünyada şahit olduğumuzda adeta kısa süreli tramva geçirmiştik. Gözlerimden yaşlar, burnumdan sümükler, ağzımdan salyalar akıtarak gülüyordum ve kendimi kontrol edemiyordum. Olamazdı. Gerçek dünyadaki bir insan önünde cam yok zannedip o cama çarpamazdı. En azından kapının kolunu fark eder ya da balkonun bir kapısının olması gerektiğini, önünde bir engel olması gerektiğini düşünürdü. Ama yapmamıştı işte. Olmuştu bir kere.

En azından 10 dakika boyunca aralıksız güldük. Nihayet düşünme yetimi tekrar kazandığımda aklımdan sadece şunlar geçti; "Ya ben olsaydım?" "Ya bunu yapan bir KoF'çu değil de SF'ci olsaydı....?

3 Mayıs 2010 Pazartesi

Yeni Ay

1 Mayıs 2010

Yine bir Sardunyas akşamı. Yiğit'in hiçbir sebebi olmadığı halde "gelmicem ben" demesini gayet normal karşılamış, akabinde Emre, Can ve ben olmak üzere yola çıkmıştık. O akşamın gayet sıradan geçeceğini düşünüyordum -ki- çok yanılıyordum. Çünkü KoSF tarihinin belkide en önemli olaylarından biri yaşanacaktı, öyle ki bu kadar az kişinin şahit olacak olması üzücüydü. Her zamanki gibi 70'e binmiştik. Emre'ye göre otobüste çok taş kızlar vardı, indiğimizde "nasıldı olm kızlar" sorusuna "güzel kız mı vardı?" diyen bana önce bön bön baktı, ardından "ya bi siktir" anlamını taşıyan bir ağız hareketi ile suratını çevirdi. Can ise gülmekle yetindi çünkü kızlar güzel de olsa çirkin de olsa onun için bir önemi yoktu. Onu tatmin eden tek şey Emre ile benim ufak çapta bir uyuşmazlık yaşamış olmamızdı. Derken kendimizi Burger King' de bulduk. 3 kişi olduğumuz için 2n olamıyorduk ve bu yüzden birimiz kampanyalı menuden yararlanamayacaktı. Duruma dünden razı olan ben, son derece tiksindiğim burger hamburgerlerinden gidip chicken royal olanı aldım ve tabi ki bitiremedim. Derken Emre'nin abisi ve kız arkadaşı masamıza yanaştı. Eftal abi hemen Emre'ye "üşümedin dimi o üzerindekiyle" diye lafı yapıştırıp kendini bir güzel rahatlattıktan sonra yanımızdan ayrıldı.

Nihayet Kıbrıs Şehitleri'ndeydik. Grup it gibi yürüyordu, sebebi yer bulamamış olmamız değil. İlginç şekilde benim karı kız muhabbeti açmış olmamdı, bunu benim yapmış olmam grup için son derece nadir rastlanan bir olaydı ve bunun ahengini bozmamak için yürümeye devam etme kararı alınmıştı. Sonu belirsiz hikayemden sonra nihayet Sardunyas'a yanaştık. Artık bizi ayaklı nakit para olarak gören ismini unuttuğum barmen arkadaş hemen yanımıza yanaştı, Can hemen en pahalı içkiden bir tane söyledi, ben ise vodkayı çok az koydukları konusunda şikayet edince standart alkol oranı iki katına çıkmış bir vodka vişne getirttim. Zaman ilerliyordu, yavaş yavaş mekanın zekasına ayak uydurmaya başlamıştık (bkz : "Mekan - Zeka ve Yetenek ilişkisi" adlı bölüm). Barmen arkadaş artık içkiye nasıl bir şey attıysa birkaç yudumdan sonra uyumaya başlamıştım. Emre sürekli olarak beni dürtmese belki de bu hikaye burda sona erecekti... Ama henüz değil.

Can'ın dersanede sebepsiz yere reddettiği kız arkadaş adayını dinliyorduk, kendisi birkaç gün önce kıza güzel bir siktir çekmiş, bundan büyük bir haz almış olsa gerek ki hiç pişmanlık duymadan gözleri parlaya parlaya anlatıyordu bu olayı. İşte kızlar konu olunca Can'ın geldiği tek nihai nokta buydu. Bu durum sıkça yaşanıyordu ama her ne olduysa bu akşam ipleri elime almam gerektiğini hissettim, Emre'nin de desteğini alacağıma göre kızın hiç şansı yoktu. -tabii kız Can'ın bahsettiği gibi Can'a tapıyorsa-. Kendi telefonumu aldım ve resmen siktir çektiği kıza bir mesaj attım. Kız ilk başlarda numara farklı oldugu için Can'ı tanımadı. Daha sonra birkaç soğuk mesajdan sonra muhabbet tıkanma noktasına geldi. Kız cevap verilmesi gereksiz bir mesaj atmıştı. Bu benim görüşüme göre maceranın sonuydu ama Emre Can'ın söylediklerine sonuna kadar güveniyor, kızın Can'a taptığına inanıyor, bir mesaj daha atacağına garanti veriyordu. Nitekim haklı çıktı ve kız "bu arada neden baska bir numaradan yazıyorsun ki?" diye sordu. Sorulan sorunun değil, yapılan hareketin erkek literatüründe karşılığı şuydu :"biraz önce angutça bir msj attım ve sen cevap veremedin, muhabbet sona ermesin diye şimdi bunu atıyorum".

Plan tüm hızıyla başarılı olma yolunda ilerliyordu. Kızın da aynı anda içmek üzere kendi deyimi ile "kozmopolitik" bir ortamda olduğunu, hatta aramızda 15 dakikalık bir yürüyüş mesafesi olduğunu öğrendik. Kendisi o grubu yanımıza getiremeyeceğini söyledi, biz de zaten tercih etmediğimizi, sadece onun gelmesinin yeterli olduğunu söyledik. Kız uzun bir süre mesaj atmadı, biz kızın iç savaş verdiğini, iki grup arasında bir tercih yapıyor olduğunu savunurken Can'ın telefonu çaldı. Evet kız koşarak gelmişti. Konuşmayı aynen aktarıyorum ;

Can: Alo?
Kız: *bıbıbıbıbı* (Can ben geldim girişteyim hemen)
Can: HAA yukarı çıksana
Kız: *bıbıbıbıbı* (ya çıkarma beni oraya, bide havasızdır falan filan)
Can: ÖFFF ya alt tarafı bir kat var arada!!
Kız: *bıbıbıbıbı* (ya hadi in işte aşağı konuşalım)
Can: İyi ya geliyorum..

Gördüğünüz gibi dostlar, biraz önce kızı buraya getirmek için adeta savaş veren ben ve Emre, canın bu anlamsız tribi karşısında şaşkına dönmüştük. Can bir mesaj bile atmamıştı, tamamen konu dışıydı, buna rağmen ayağına kadar getirdiğimiz kıza telefonda bir küfretmediği kalmıştı. Kız onunla yalnız konuşmak istiyordu ama Can bunu anlamayacak kadar hödüktü.

Derken Can nihayet aşağı indi, ben Can gibi birini stratejisiz savaşa yolladığım için kendime kızıyor, Emre'ye dert yanıyor, çaresizce camdan olan biteni izliyordum. Canın ultra hareketsiz hali karşısında kız öyle hiperaktifti ki sevgili okurlar... Elleri sürekli havada simetrik şekiller çiziyor, kısıtlı vaktinde can havliyle bir şeyler anlatmaya çabalıyordu, Can ise o kıçına sokması gereken ellerini cebine sokmakla yetinip kızı son derece gergin ve sinirli bir suratla dinliyordu. Konuşma bitti ve iki seviyeli insan şeklinde öpüştükten sonra Can yanımıza geldi. Kız boş muhabbet yapmış, kısa süre sonra oralarda bir yerde Serdar Ortaç'ın sahne alacağından bahsetmiş, salı günü boş olduğunu ve buluşmak istediğini söylemişti. Can da tabi ki her zamanki gibi "ya ayarla sen bişeyler" gibi salakça bir şey söylemiş, gayet isteksiz görünerek yine her şeyi kıza yıkmıştı.

Saat bir hayli ilerlemişti, biz salı günkü buluşmayı ne olursa olsun ekmemesini Can'ın adeta kafasına vura vura tembihlemiş ve nihayet olayın güzelliğinin farkına varan Can'dan okey almıştık. Kendisi yarım yarım dile getirse de bu olay karşısında son derece mutlu olmuş, "team play" moduna girmişti. Bunca yıldır "lanetli, sinirli, yalnız ama gururlu karateci"yi oynayan Can, sonunda bir şeylerin değişmeye başladığını hissetmişti.

Hikaye burada son buluyor sevgili okurlar, eğer devamı yazmaya değer birşey olursa yazılır, değilse (mesela canın kızı ekmesi) yazılmaz.

23 Mart 2010 Salı

Organize İşler

21 Mart 2010

Herşey grubumuza yeni katılan, ancak henüz herhangi bir işlev göstermemiş olan Tensai'nin konuşmaya katılması ile başladı. Kısa sürede bu arkadaşın mertin deyimi ile "kuru sıkı" olduğunu kavramıştık. Her türlü olaya anlayış göstermekte ve dünya üzerindeki her türlü olayda tecrübesi vardı bu arkadaşın. Öyle ki; 62 yerinden bıçaklanmış birinden bahsetseniz, "32 iyi de 62 çok oluyor biliyorum" diyecek bir tipti.

Konuşmaya katılır katılmaz, naber sorusuna "manita peşinde koşuyorum" diyerek adeta güzel bir gece olacağının sinyallerini vermişti. Nitekim konuşmada özgür vardı hemen bu konuyu boş muhabbete çevirdi. Özgür kısa sürede tensai'yi avcuna almıştı, sıktıkça sıkıyordu ama tensai bir türlü patlamıyordu. Konuşma giderek iğrenç bir hal aldı, küfürler basitleşti, muhabbet sıkıcı oldu. Dalga geçmek bile zevk vermez olmuştu ki herkes konuşmadan ayrıldı. İşte o anda grubun ismini sonuna kadar hak eden üyesi Aziz devreye girdi ve konuşmadan ayrılan arkadaşlara ne kadar büyük bir potansiyeli kaçırdıklarını gösterdi. 5 dakika sonra herkes tekrar konuşmadaydı ve bu defa Tensai çaresizdi. Herkes farklı bir kimliğe bürünmüştü. Artık organize hareket ediyorduk ve bizi durduracak kimse yoktu.

Cast

Tensai-Pizza-Barmen : Keklenen şahıs
Lyzard : Satanist
oZzIiI : Playboy
Byakko-the Real Folk Blues : Playboy
Aziz-Hogun : Cemaatçi
Dekadans : Yahudi
Sodakazam : Mayfa

Konuşmayı bu linkten indirebilirsiniz.
http://www.mediafire.com/download.php?m433mjnjn5m

UYARI : KONUŞMA AŞIRI DERECEDE ŞİDDET, KORKU VE CİNSELLİK ÖĞELERİ İÇERİR

13 Mart 2010 Cumartesi

Mekan - Zeka ve Yetenek ilişkisi

Tarih : 7 Mart 2010

Acaip bir yağmur vardı, insan bir yağmura ne kadar sinirlenebilir sorusunun cevabını veriyorduk adeta. Öğlen 12 de başlamış ve akşam 23 00 a kadar aynı tempo ile yağmıştı, ne azalmış ne çoğalmış, hep yağmıştı. Ama önce en başa dönelim...

Berbat bir pazar günüydü, Emre ile sabahtan akşama kadar Final Fantasy XIII ve Heavy Rain aramıştık. Buca'da buluşup Karşıyaka'ya gitmiş, Emrah elektronik denen yavşak dükkandan "o oyunları takaslamıyoruz" cevabını alınca gayet saçma şekilde Buca'ya dönüp bir de ordaki dükkanlara bakmıştık. Halbuki önce Buca'ya baksaydık bu en azından bize 2 saat kazandıracaktı, ki bu benim gibi günün 20 saati çalışan bir insan için altın değerinde bir süreydi. Sonuç olarak bunu bilmemize rağmen Buca'ya döndük ve ps3 oyunu satan tek adam akıllı dükkan olan istanbule'ye girdik, nitekim satıcı bize direk olarak 100 lira üzerinde fiyatlarla geldi. Takasa da Dragon Age + 60 lira isteyince elimizde hiçbir boka yaramayan bir Dragon Age ile kalıverdik. Umudu kesip 1 saatte olsa "kuru" bir ortam olan bizim eve gittik, çaresizce dragon age i takaslamaya çalışıyordum donanımhaber forumlarında. Ama olmuyordu işte. Moralmen de çökmüş durumdaydım artık, ve bu ızdıraba dayanamayıp Sardunyas'a gitmek istediğimi söyledim.

Sardunyas son ayların vazgeçilmez mekanı olmuştu bizim için. Sardunyas kuruydu, karanlıktı, bira satıyordu ve müziğin sesi çok yüksek değildi. Ayrıca yanımızda Ali varken mısır da sınırsızdı. Vakit geçiyordu ve grup artık açılmaya başlamıştı. Boş muhabbetin kralı olarak kabul ettiğimiz 'King Yiğit' yine akıl almaz bir tez sunuvermişti bize. İnsan zekası diye bir şey yoktu, zekaya sahip olan "mekan"dı. Kişinin sahip olduğu sadece "yetenek" idi. Yani başka bir deyişle, insan aslında bir zekaya sahip değildi, bulunduğu ortamdan bir şeyler alıyordu ve şartları ne kadar yerine getirirse, ortam da ona o kadar çok imkan sağlyordu. Sohbet ilerledikçe bu tezin aslında ne kadar gerçek ve korkutucu olduğu ortaya çıkıyordu.

Sinemadan, müzikten ve forumlardan bahsediyorduk. Emre içmiyordu -asla içmezdi- ancak aramızda en yetenekli oydu, sadece içkinin kokusu ile bile ortama uyum sağlayabiliyor, ortamdaki zeka kırıntılarını topluyor ve hala bizimle aynı seviyede olabiliyordu. Ancak vakit ilerliyor, biz içkilerimizi yudumlayıp zeka dozajımızı artırırken emre sadece mısır yemeye devam ediyordu. Bu da mekanın artık emre'yi reddetmesine yol açtı. Yetenekli olabilirdi ama belirli kurallar vardı ve bunlara uymadığı sürece belirli bir yere kadar ilerleyebilirdi. Ben Yiğit ve Can artık berserkten, veritastan bahsetmeye başlamıştık, ara sıra ali de One Piece'den göndermeler yapıyordu, emre tamamen muhabbetin dışında kalmıştı, halbuki o da içmiş olsaydı bu yapımları hiç izlememiş olmasına rağmen haklarında yüzlerce teori üretebilirdi. Biz tüm hızımızla ilerlerken vücudumun alt kısımlarında bir zorlanma hissettim. Bünyem artık aşırı zekanın yoğunluğunu kaldıramaz hale gelmişti, bir an önce çaresine bakmazsam bir patlama olabilirdi. Bu yüzden hemen tuvalete gittim ve zekanın sıvı atık şeklinde vücudumdan boşalmasına izin verdim. İşte o an hissettim, bir şeyler yok olup gitmişti sanki. Geri döndüğümde masada yiğit can ve ali sanki başka bir boyuttaydı, delicesine tartışıyorlardı. Ben de aralarına katılmak istedim ancak başaramadım, biram da bitmişti zaten. Sonra emre "nereye gittin abi?" diye sordu. "işemeye" dedim. "abi bu aralar deli gibi boş vaktim var castlevania oynuyorum ..." diye devam etti ve birden ps2-rpg muhabbetine giriştik. herşey güzeldi ancak yaklaşık 20 dakika sonra acı gerçeği fark ettim, tam yarım saattir emre ile konuşan tek kişi bendim. Zeka olarak bu kadar mı geri gitmiştim yani? O anlatmaya devam ederken benim aklım yiğit'in yaklaşık 2 saat once ortaya attığı tezdeydi. Şöyle bir geçmişimi gözden geçirdim, bu olay ile bağlantısı olan birkaç anım aklıma geldi. Düğünlerde kalkıp oynamazdım, herkes bana asosyal angut gözü ile bakardı o ortamda. Hep "neden?" diye düşünmüştüm ve nihayet o gün anladım. Mekanın zekasını reddediyordum, o an için sahnede göbek atan tüm 120 kilo obez türk kadınları benden kat kat zekiydi, durmaksızın eğleniyorlardı. onları alkışlayanlar bile benden üstündü. ben ise o ortama hiç ayak uyduramamış, yeteneksiz, ezik ve geri zekalı biriydim. halbuki kalkıp sahnede el çırpsaydım belki de 120 kiloluk bir kalça benimkine vuracak, akabinde kadın dönüp "oyna oyna" diye çığlık atacak ve ikimiz de çok eğlenecektik. Ben de ortamın en zeki ve bir o kadar da sosyal kişiliği olacaktım. Ama mekanın mecbur kıldığı hiçbir şeyi yapmadım ve sonuçta geri kaldım. Aynı şey başıma össye çalışırken de gelmişti... Ama o an bunu da düşünmek istemedim.

Derken zihnim bir anda tekrar sardunyas'a geri döndü. Emre hala anlatıyordu. "he" diyip geçiştirdim ve "hadi beyler kalkalım" dedim. O anki zeka seviyemle bu işe kalkışmam iyi değildi, beklediğim gibi önce can yiğit ve ali "lan daha erken" dediler, ama biraz zorlayınca "iyi aq" dediler ve masadan kalktık. Biz hesabı öderken yiğit can ve ali tuvalete girdiler. Sonra dışarı çıktık ve durağa yürürken hep birlikte sohbet ettik, artık eşitlenmiştik. Tek sorun yağmurdu, hala aynı hızda ve miktarda yağıyordu. Çin işkencesinden farksızdı.

Sonra cami durağının önündeydim, önce ali, sonra can aramızdan ayrıldı. 70 gelince emre ve ben otobüse bindik, yiğit ise durakta son kalan kişi oldu. Eve gittiğimde başımı yastığa koyar koymaz uyudum. Uzun ve yorucu bir gün olmuştu.

Intro

Intro dedim ancak yazıya nasıl giriş yapmalıyım bilemedim. O yüzden fütursuzca giricem.

5 yıldır beraber olduğum KoSF ekibiyle (uzun süredir kendimize bu şekilde hitap ediyorduk) akla hayale gelmeyecek geyikler, boş muhabbetler ürettik. Ve bunların dünyadan silinip gitmemesi için bir blogda toplamaya karar verdik. Bunların bir çoğu belki çoğunuza komik yada ilginç gelmeyecek, bunun sebebi de sizin henüz bunları ilginç bulacak mantaliteye sahip olmayışınızdır. Ama blogu düzenli olarak takip ederseniz, yavaş yavaş bir şeyler çıkarmaya başlayacaksınız.  

Burası bir nevi KoSF ekibinin günlüğü olacak. Çoğu zaman boş muhabbet, geyik, bazen de hayatın anlamını yakalamaya çalışan yazılar (yani üst seviye boş muhabbet) yayınlamayı düşünüyoruz. 

Giriş için bu kadar yeter sanırım, herkese iyi eğlenceler : )