13 Mart 2010 Cumartesi

Mekan - Zeka ve Yetenek ilişkisi

Tarih : 7 Mart 2010

Acaip bir yağmur vardı, insan bir yağmura ne kadar sinirlenebilir sorusunun cevabını veriyorduk adeta. Öğlen 12 de başlamış ve akşam 23 00 a kadar aynı tempo ile yağmıştı, ne azalmış ne çoğalmış, hep yağmıştı. Ama önce en başa dönelim...

Berbat bir pazar günüydü, Emre ile sabahtan akşama kadar Final Fantasy XIII ve Heavy Rain aramıştık. Buca'da buluşup Karşıyaka'ya gitmiş, Emrah elektronik denen yavşak dükkandan "o oyunları takaslamıyoruz" cevabını alınca gayet saçma şekilde Buca'ya dönüp bir de ordaki dükkanlara bakmıştık. Halbuki önce Buca'ya baksaydık bu en azından bize 2 saat kazandıracaktı, ki bu benim gibi günün 20 saati çalışan bir insan için altın değerinde bir süreydi. Sonuç olarak bunu bilmemize rağmen Buca'ya döndük ve ps3 oyunu satan tek adam akıllı dükkan olan istanbule'ye girdik, nitekim satıcı bize direk olarak 100 lira üzerinde fiyatlarla geldi. Takasa da Dragon Age + 60 lira isteyince elimizde hiçbir boka yaramayan bir Dragon Age ile kalıverdik. Umudu kesip 1 saatte olsa "kuru" bir ortam olan bizim eve gittik, çaresizce dragon age i takaslamaya çalışıyordum donanımhaber forumlarında. Ama olmuyordu işte. Moralmen de çökmüş durumdaydım artık, ve bu ızdıraba dayanamayıp Sardunyas'a gitmek istediğimi söyledim.

Sardunyas son ayların vazgeçilmez mekanı olmuştu bizim için. Sardunyas kuruydu, karanlıktı, bira satıyordu ve müziğin sesi çok yüksek değildi. Ayrıca yanımızda Ali varken mısır da sınırsızdı. Vakit geçiyordu ve grup artık açılmaya başlamıştı. Boş muhabbetin kralı olarak kabul ettiğimiz 'King Yiğit' yine akıl almaz bir tez sunuvermişti bize. İnsan zekası diye bir şey yoktu, zekaya sahip olan "mekan"dı. Kişinin sahip olduğu sadece "yetenek" idi. Yani başka bir deyişle, insan aslında bir zekaya sahip değildi, bulunduğu ortamdan bir şeyler alıyordu ve şartları ne kadar yerine getirirse, ortam da ona o kadar çok imkan sağlyordu. Sohbet ilerledikçe bu tezin aslında ne kadar gerçek ve korkutucu olduğu ortaya çıkıyordu.

Sinemadan, müzikten ve forumlardan bahsediyorduk. Emre içmiyordu -asla içmezdi- ancak aramızda en yetenekli oydu, sadece içkinin kokusu ile bile ortama uyum sağlayabiliyor, ortamdaki zeka kırıntılarını topluyor ve hala bizimle aynı seviyede olabiliyordu. Ancak vakit ilerliyor, biz içkilerimizi yudumlayıp zeka dozajımızı artırırken emre sadece mısır yemeye devam ediyordu. Bu da mekanın artık emre'yi reddetmesine yol açtı. Yetenekli olabilirdi ama belirli kurallar vardı ve bunlara uymadığı sürece belirli bir yere kadar ilerleyebilirdi. Ben Yiğit ve Can artık berserkten, veritastan bahsetmeye başlamıştık, ara sıra ali de One Piece'den göndermeler yapıyordu, emre tamamen muhabbetin dışında kalmıştı, halbuki o da içmiş olsaydı bu yapımları hiç izlememiş olmasına rağmen haklarında yüzlerce teori üretebilirdi. Biz tüm hızımızla ilerlerken vücudumun alt kısımlarında bir zorlanma hissettim. Bünyem artık aşırı zekanın yoğunluğunu kaldıramaz hale gelmişti, bir an önce çaresine bakmazsam bir patlama olabilirdi. Bu yüzden hemen tuvalete gittim ve zekanın sıvı atık şeklinde vücudumdan boşalmasına izin verdim. İşte o an hissettim, bir şeyler yok olup gitmişti sanki. Geri döndüğümde masada yiğit can ve ali sanki başka bir boyuttaydı, delicesine tartışıyorlardı. Ben de aralarına katılmak istedim ancak başaramadım, biram da bitmişti zaten. Sonra emre "nereye gittin abi?" diye sordu. "işemeye" dedim. "abi bu aralar deli gibi boş vaktim var castlevania oynuyorum ..." diye devam etti ve birden ps2-rpg muhabbetine giriştik. herşey güzeldi ancak yaklaşık 20 dakika sonra acı gerçeği fark ettim, tam yarım saattir emre ile konuşan tek kişi bendim. Zeka olarak bu kadar mı geri gitmiştim yani? O anlatmaya devam ederken benim aklım yiğit'in yaklaşık 2 saat once ortaya attığı tezdeydi. Şöyle bir geçmişimi gözden geçirdim, bu olay ile bağlantısı olan birkaç anım aklıma geldi. Düğünlerde kalkıp oynamazdım, herkes bana asosyal angut gözü ile bakardı o ortamda. Hep "neden?" diye düşünmüştüm ve nihayet o gün anladım. Mekanın zekasını reddediyordum, o an için sahnede göbek atan tüm 120 kilo obez türk kadınları benden kat kat zekiydi, durmaksızın eğleniyorlardı. onları alkışlayanlar bile benden üstündü. ben ise o ortama hiç ayak uyduramamış, yeteneksiz, ezik ve geri zekalı biriydim. halbuki kalkıp sahnede el çırpsaydım belki de 120 kiloluk bir kalça benimkine vuracak, akabinde kadın dönüp "oyna oyna" diye çığlık atacak ve ikimiz de çok eğlenecektik. Ben de ortamın en zeki ve bir o kadar da sosyal kişiliği olacaktım. Ama mekanın mecbur kıldığı hiçbir şeyi yapmadım ve sonuçta geri kaldım. Aynı şey başıma össye çalışırken de gelmişti... Ama o an bunu da düşünmek istemedim.

Derken zihnim bir anda tekrar sardunyas'a geri döndü. Emre hala anlatıyordu. "he" diyip geçiştirdim ve "hadi beyler kalkalım" dedim. O anki zeka seviyemle bu işe kalkışmam iyi değildi, beklediğim gibi önce can yiğit ve ali "lan daha erken" dediler, ama biraz zorlayınca "iyi aq" dediler ve masadan kalktık. Biz hesabı öderken yiğit can ve ali tuvalete girdiler. Sonra dışarı çıktık ve durağa yürürken hep birlikte sohbet ettik, artık eşitlenmiştik. Tek sorun yağmurdu, hala aynı hızda ve miktarda yağıyordu. Çin işkencesinden farksızdı.

Sonra cami durağının önündeydim, önce ali, sonra can aramızdan ayrıldı. 70 gelince emre ve ben otobüse bindik, yiğit ise durakta son kalan kişi oldu. Eve gittiğimde başımı yastığa koyar koymaz uyudum. Uzun ve yorucu bir gün olmuştu.

2 yorum:

  1. Aslında şöyle bir düşününce mantıklı... Zeka diye bir şey olmadığını varsayarsak.. İnsan ne kadar o olmayan şeyden kendisinde çok olduğunu iddia etsede ortama ayak uyduramayınca bir boka yaramıyor...

    Yeni konuyu merakla bekliyorum. Bunu okumak çok eğlenceliydi.

    YanıtlaSil
  2. Günlük iyi olacağa benziyor. En kısa zamanda katılımın çeşitlenmesini, özellikle şu tezleri sunan arkadaşın yazılarını görmeyi temenni ediyoruz. :)

    Bir de temanın sade olması iyi olmuş ama beyaz fon gözü çok yoruyor okurken, bilginize...

    VeniVidi

    YanıtlaSil