Tarih: 24 Nisan 2011
Uzun süredir başımın belası olan yalnızlığım, nihayetinde kuzenimin almancı bir arkadaşının sene başında beni feysbukta görüp tanımak istemesiyle son bulmuştu. "Ulan taa Almanya'daki karıyı napçan?" dediğinizi duyar gibiyim kıyemtli okur, ama bende aynı korkuyu duyduğum için tanışır tanışmaz ancak buraya gelecekse aramızda birşeyler olabileceğini belirtmiş, çok şükür ki "Şubat'ta iki haftalığına, Nisan'da da temelli olarak İzmir'deyim" yanıtıyla rahat bir nefes almıştım. Yani geriye sadece her geçen gün daha fazla etkilendiğim, hatta çevremdeki bütün dostlarıma habire "Lan buraya gelse kesin çok ciddi gider bu ilişki!" dediğim M'yi 1-2 ay kadar beklemek kalıyordu. Ama olsundu, msn ve teleofondan tanıdığım kadarıyla bu süre bu kızı beklemeye yeterdi, iki ay sabredebilirdim.
Ne var ki tanrı yeni bir Spartacus bölümü gibi müthiş kurgusunu çoktan hazırlamış ve izlememiz için yayına koymuştu. Kızın temelli olarak Türkiye'ye dönüş tarihi bir anda Nisan 2011'den Şubat 2012'ye kadar kaydı. Evet değerli takipçi, tamı tamına koca bir yıl! Hatta inanın o tarihte bile gelişi kesin değildi. Tabii uzaktan ilişkinin ne kadar boktan ve zor olduğunu daha önce test etmiş biri olarak bunu ikinci kez yaşamayı kabul etmem mümkün değildi, ki zaten daha kızla bir kere bile yüzyüze gelmemiştik. Zaten en başından beri biliyor olduğu bu düşüncemi tekrar M'ye sundum ve beraberce o İzmir'e taşınana kadar normal arkadaş olarak kalma kararı aldık. Tabi ilişkiyi böyle sürdürelim desem M'nin direkt kabul edeceğini biliyordum, çünkü kızlar için ilişki bırakın farklı ülkeyi, paralel boyutlarda olduğu sürece bile yaşanabilirdi. Arada bir telefonda sesini duymak ve msn'de boş muhabbet yaparak yıllarca sentetik bir ilişki sürdürebilirsiniz kızların %95'iyle. Yalan mı?
Daha önceki blog yazılarında da olduğu gibi, tamamen dürüst olacağım. Ayrılma kararı almış olsak da M'yi tamamen kalbimden silememiştim. Buraya gelmesi için hergün dua ediyor hatta salak salak böyle birşey olursa ilişkinin evliliğe bile gidebileceğini düşünüyordum(Dalga geçmeyin), tanıdığım insan profili buna değebilecek düzeydeydi. Ama nedense M, bu güya iyi arkadaşlar olarak kalma kararını beraber almış olmamıza rağmen bana her geçen gün daha kötü davranıyor, resmen saygısını yitiriyordu. Söylediği sözler yavaş yavaş hakaretlere, laf sokmalara, bariz bir öfkeye bıraktı. Bildiğin Alien'a dönüşüyordu kız ya "Squeeek, squeeekk" diye diye. O bir ay önce tanıdığım tatlı, sevimli, güleryüzlü, saygılı kız nereye gitmişti birdenbire?
Nihayetinde tarihe geçeceğinden habersiz olduğum 24 Nisan sabahı geldi. Kötü hiçbirşey yapmamış olmama rağmen aramızın 3 gündür çok kötü olduğu M'ile msn'de denk geldik. Tamamen çıldırmış gibiydi. Bir anda benim hiç güven veren bi erkek olmadığımdan, bununla sadece cinsellik için beraber olmak istediğimden(Almanya'da olmasına rağmen!), inanılmaz derece baskıcı olduğumdan, kadınlara zerre saygı duymadığımdan, onu sevdiğime dair hiçbirşey yapmadığımdan, hatta ve hatta güven bile vermediğimden çılgıncasına bahsedip resmen yüzüme çemkiriyordu. Aslında Tecavüzcü Coşkun'un ta kendisi olduğumu o gün öğreniyordum, ben yalnızca farkında değilmişim çift kişilikli olduğumun! İnanın 24 yıllık hayatımda bundan daha büyük bir haksızlığa uğramamış, bu kadar büyük bir nankörlük görmemiştim. "Eğer burda olsaydın ve herşey güzel gitse evlenirdik bile belki!" diye yüzüne bile dediğim, bu fikri tüm dostlarıma tek tek anlattığım(dolayısıyla benimle müthiş t*şak geçtikleri), annemle tanıştırıp "kızım" diye konuştuğu, hatta teyzemlerin ve anneannemlerine bile "Alamancı gelin" olarak bildiği kız, şimdiyse benim ona ciddi ilişki konusunda zerre güven vermediğimi iddaa ediyordu. İnsanlık tarihi böyle bir nankörlük görmemişti. İbrahim Tatlıses'in "Nankör Kedi" şarkısını nasıl yazdığını inanın o an çok iyi anladım kıymetli okurlar.
Tabi bu duyduklarım kendisine karşı hissettiğim bütün güzel hislerin de sonu oldu. Kendisine sadece "Yazıklar olsun!" diyip yaşadığım şokla annemin ve abimin meraklı sorularıyla sinir krizi geçirmeden önce derhal evi terk ettim, yoksa öfkeden delirebilirdim. Bu tarihe altın harflerle yazılan haksızlığı üzerimden atabilmem için çok acil oksijene ihtiyacım vardı. Hemen Ersen ve Ali'yi aradım ve kitap fuarında buluşmak için sözleştik. Bu şekilde biraz kafa dağıtabilirdim. 24 Nisan aynı zamanda kitap fuarının da son günüydü. Buluşup hep beraber gezip, tüm harçlıklarını Uykusuz standında harcayan liselilerle t*şak geçtikten sonra Ersen "Abi sana söylemem gereken birşey var ama bi yere oturalım önce" dedi Ali'ye. Sanki birinin ölüm haberini verecek gibiydi ve haberi duyan teyze 150 kilo olarak yere yığılıp küçük çaplı bir deprem yaratmasın diye önlemini önceden alıyordu.
Hep beraber karışık sandviç yapan bir yere oturduk ve Ersen 2 gündür içinde taşıdığı zehiri yavaş yavaş akıtmaya başladı. "Abi İzmir'e gelmeden önce D'yi gördüm. Bişiler söyledi" dedi. D ise Ali'nin yeni yeni filizlenen ilişkisiydi, ergenlikten çıkışının ilk adımıydı. 1-2 ay içerisinde tamamen entelektüel olarak bir bağ kurmuşlar ve hiç kopmamışlardı. Gün içerisinde birbirlerine sayısız mesajlar atıyorlardı, ki inanın Ali'nin bi kıza bu kadar vakit ayırması bilimsel olarak imkansıza yakındır. Ama Ali resmen D'yi seviyordu, D'de onu. Ali İstanbul'a gidip yüzyüze geldikleri an ilişki başlayacaktı resmen. Ama allahın belası Ersen susmadı, sözlerine devam etti: "Abi onu senden soğutmamı istedi D" dedi. "Niye ki lan?" sorusuna aldığımız cevap ise tüyler ürperticiydi:"Abi sanırım uzaktan bi sevgili yapmış kız, onu bu aralar pek aramayacakmışsın ama bunu sen duymamalıymışsın. Ama ben sana söylemeyi uygun buldum"...
İşte şimdi bütün taşlar yerine oturuyordu. 2 aydır Ali'nin mesajları olmadan yaşayamayan, hatta bu mesajlarla dostum dediği mahlukatlara bile sırt çeviren kız, bir haftadır "Seni beni idolize ediyosun. Benim bir sürü hatam, yanlışım var. Gerizekalıyım, embesilim ben. Noob'um" diyerek aptalca bir soğutma çabasına girmişti. Ve demek ki sebebi de buydu. En başından beri "Ben uzaktan ilişkiye kesinlikle karşıyım!" diye Ali'nin kafasını haftalardır s*ken D, Ali'yle konuşurken uzaktan muhtemelen daha animeci daha asi başka bir türk genci ayarlamıştı. Ama bunun ortaya çıkmaması için de ihaleyi onun üzerine yıkmaya çalışıyordu. Tanrının planı gene müthiş bir kusursuzlukla işliyordu. 24 Nisan günü itibariyle ben ve Ali resmen babayı almıştık.
Tabii ben ve biricik dostum Ali'nin öfkeden çılgına dönmüştük üzerine kutsal mekanımız Sardunya's a gitmeye karar verdik. Orda bir süre alkollü bir boş muhabbet yaptıktan sonra sakinleşebilirdik belki. Yerimizi aldık ve kadın ırkının sülalesine saydırmaya başladık. Ama Ali'nin gözleri seri katil gibi bakıyordu. Sigaraları paket paket, biraları şişe şişe deviriyordu. O an yanında Can'da olsa bütün Sardunya's da oturanları öldürebilir, yetmeyip yoldan geçenlerin kafalarını götlerine de sokabilirdi tek tek. O yüzden biz o an Can İstanbul'da olduğu için tanrıya şükrederken(görün ne kadar iyimseriz, buna bile şükredebiliyoruz) o ise kusursuz planını ince ince işlemeyi sürdürüyordu.
Derken Ersen'in götün götün kıpraştığını fark ettik ve "Noluyor lan?" dedik. Bir günde Ali'nin tillahını siken allahsız Ersen anlatmaya başladı. Bu sabah buraya gelmeden önce liseden beri hoşlandığı S'ye en sonunda açılmış ve bu konuda kıza upuzun bir mail atmıştı. Heyecan içinde de cevap gelmesini bekliyor, cep telefonuyla da habire feysten gelen kutusunu kontrol ediyordu. Türk spor medyası tabiriyle Şampiyonlar Ligi kura çekiminde Manchester'i çekip ateşe düşmemek dua ediyordu. Nihayetinde bu gergin bekleyiş kızın cevap mesajıyla son buldu, yoksa Ersen bu heyecandan kanser olabilirdi. Ki kendisi zaten y*rak gibi bir gen havuzuna sahipti.
Telefonunu bize vermeden maili okumaya başladı. Peki cevap ne mi olmuştu? Ersen Manchester United yerine Messi'li, Pique'li, Puyol'lu Barcelona'yı çekmişti! Ersen onun için yalnızca çok iyi bir arkadaştan ibaretti. Gerektiğinde kendi resmini çizdirttiği, gerektiğinde ona bok gibi davranan sevgilileri için hüngür hüngür ağladığı acı paylaşma adamıydı. Bu yüzden aralarında asla bir ilişki olamazdı, bunu hiç yaşanmamış saymak en iyisiydi. Kıymetli okur burada özel bir parantez açmak istiyorum, eğer bi kızın beş para etmez sevgilileri için ağlayıp dert yandığı adamsanız o kız iki dünya bir araya gelse, bütün evrende bi tek ikiniz kalsanız bile size asla vermeyecek demektir. O yüzden de size yumoş ayı muammelesi yapıyordur. Nitekim Ersen'in şu an yaşadığı durum bunu gene bilimsel olarak ispatlamıştı, beraberken ne kadar çok iyi vakit geçirmiş olurlarsa olsun. Ersen onun sadece oyun arkadaşıydı.
Artık çıldıran adam sayısı üçe çıkmıştı. O gün sadece üçümüz buluşmuş ve üçümüzde babayı almıştık. Halbuki o gün bizle buluşmayan Çağatay ve Can sevgilileriyle aşk diyarlarına püfür püfür yelken açarken biz ise Sardunya's ta kollarımızı milletin götüne sokmanın hayallerini kuruyor, fütursuzca "Anneler hariç bütün kadınların g*tüne koyim!" diye küfrediyor, dertleniyorduk. Ki Yiğit bize tam ders çalıştığını iddaa etse de şu an kesin eve attığı kızlarla grup seks yapıyordu, buraya bugün gelmediği için çok belliydi. 24 Nisan bugün buluşan bu üç adamın resmen g*tüne koymuştu. Saatler süren sinir krizlerinin ardından beraberce bu günü dünya çocuklarına armağan etmeye karar verdik ve 24 Nisan'ı "Dünya Babayı Alanlar Günü" olarak tüm dünyada ilan ettik. Artık her yıl bugün tüm dünyada şenliklerle kutlanabilirdi.
Bu müthiş günü kadın ırkının ebesine küfrederek saatlerce kutladıktan sonra şenliklere devam etmek üzere Half Life oynamak için internet kafeye gittik. Resmen sadece İzel konseri eksikti şenliklerde! 1,5 saat Half Life oynadık, birbirimize roket attık, böcek fırlattık, alarma basıp yavşak yavşak bekledik, yere mayın dizdik, şarjlı silahla havaya zıpladık, kof kahkahalar attık ve oyunun tadını çıkardık. Kafeden çıktığımızdaysa tamamen arınmış durumdaydık. 24 Nisan şenliklerinin kapanış gösterisi olmuştu Half Life. Ruhumuzu temizlemiş, sakinleştirmiş ve tekrar cillop hale getirmişti bizi. Ertesi günün sabahı herkes tipik sıradan hayatına devam edecekti, hatta ben eve gidip PES 2011 oynamının hayallerini kuruyordum.
Nihayetinde mutlu ve huzurlu biçimde evlerimize doğru yol almaya başladık. Karıların götlerine not vermeye başladık. Kazı-kazan oynayıp kişi başı 1 lira kaybettik zevkle. Kısacası herşey normale dönmüştü. Ellerimi dostlarımın omuzuna koydum ve:
"Beyleeeerr, siz varya..."
Ek1: Devlet Bahçeli'nin 24 Nisan Vakasına yorumu: "24 Nisan tarihi nedir? 24üncü gün ve 4üncü ay. 24'ün 2 ve 4'ünü çarpalım. Ne etti? Sekiz. Bu 8'in üzerine 4üncü ay olarak 4'ü ekleyelim. 8+4=12. Elde var oniki. Bu sayının rakamlarını toplayalım. 1+2=3. Bu olayı kaç kişi yaşadı peki? Gene üç! Bence bunlar rastlantı olamaz!
Ek2: 24 Nisan marşı: "GRUP KORİDOR-Senin O Gözlerin Var Ya"(Bu marş için Özgür'e teşekkürler)
