25 Temmuz 2014 Cuma

Cavidan'ın Laneti (Return of Javidan)


Tarih: Temmuz 2014

Can ekibimizin tartışmasız biçimde zaman içerisinde en çok değişime uğrayan elemanlarından biridir. İlk zamanlardaki Rhonanthor Javidan nick’indeki Cavidan düşmüş, Haduket atmayı, parmaksız eldiven giymeyi bırakmış, Ege Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği birinci sınıf öğrencisi olmayı bırakmış, RÖR’leri ve üzerindeki laneti de azalarak tükenmiştir. Eğer bu lanetin ne olduğunu bilmiyorsanız da hatırlatalım, eskiden Can’ın lanetli olduğu yıllarda kendisiyle beraber bir şeye giriştiğinizde işler olması gerektiği gibi gitmezdi. Mesela yanınıza Can’ı alırsanız 20 yıldır aynı noktada satış yapan kokoreççinin bir anda ortadan kaybolması, otobüslerin belediyenin tahsis ettiği durakları es geçmesi, herkesçe bilinen ortam barlarının Silent Hill’e dönüşmesi gibi pek çok doğaüstü vaka yaşanırdı. Lakin önceden de söylediğim gibi bu lanet zamanla kayboldu, ya da daha doğrusu biz öyle zannediyorduk.

Bu seneki tatilimizde Can hariç hepimiz iş-güç sahibi adamlar olduğumuzdan (Bu arada Can’a miras kaldıkça daha da fakirleştiğinin farkında mısınız?) yemekleri evde yemeye utandık ve dışarıda yemeye karar verdik. Kişisel görüş olarak da bu kararı oldukça olumlu karşıladığımı belirtmeliyim. İşte bu karardan hareketle tatilin beşinci akşamı yanımıza ekibin kızlarını da alarak yemek yemeğe çıktık. McDomalt’tın önüne geldiğimizde de bir karar vermemiz gerekiyordu. Ya Domalt’ta, ya Dominos’ta, ya da Börgır’da yiyecektik ayıptır söylemesi. O yüzden Özgür bu konuyu referandumla ekip gündemine getirdi.

Yalnız Özgür’ün atladığı bir konu vardı ki ekipte iş seçime geldiği zaman soru ne olursa olsun verilen cevap hep aynıydı: “Fark etmez”. Genelde de bu “Fark etmez” cevabının ardından alınan kararlar da *rospu gibi saatlerce eleştirilirdi. O yüzden bu fırsatı kaçırmadık hepimiz tek bir ağızdan “Fark etmez” diyerek Özgür’ün demokrasi anlayışına yumruğumuzu koyduk. Tek bir kişi hariç: M.Can Özbaş.

Can o gün niyeyse (ve özünde ağır bir menapozlu karı olmasına rağmen) “Fark etmez” cevabı yerine “Ben Domalt’ta yemek istiyorum birader” dedi. Bu cevabı duyan Özgür de “Madem herkese fark etmez, bari Can’ın istediği olsun” diyerek referandumu “Yetmez ama Domalt” şeklinde sonuçlandırdı. Biz de itiraz etmeden içeri girdik. Ne de olsa bize fark etmezdi ve yemek bittikten sonra yapılan seçimi her halükarda zevkle eleştirecektik.

İçeri girdiğimizde her şey normal gibi görünüyordu ve biliyorduk ki burası gayet de normal standart bir Domalt idi. Daha önce defalarca kez burada sorunsuz şekilde yemek yemiştik. Tatilci popülâsyonu sebebiyle içerisi hınca hınca dolu olmasına rağmen ilk siparişi benle Didem beraber vermeyi başardık ve siparişlerimiz hazırlanırken kenarda diğerlerini beklemeye başladık. Lakin ne olduysa sıra Yiğit’e geldiğinde oldu. Aniden restorandın elektrikleri gitti ve üretim durdu. Ama Domalt yetkilileri gayet sakin biçimde “Şimdi elektrikler geri gelir efendim merak etmeyin” diye insanları telkin etkin. Ne de olsa basit bir elektrik kesintisiydi ve elbette ki jeneratörleri vardı.

Tam da çalışanların belirttiği şekilde birkaç dakika sonra elektrikler geri geldi. Lakin paso cihazı Yiğit’in tatilin başından beri ve hatta daha önce burada da kullandığı kredi kartını tanımamakta ısrar ediyordu. Defalarca kez aynı sonuç yaşanması sonucu gişedeki çocuk ve Yiğit’in yanında dikilen bir kız grubu “Beyefendi galiba kartınızda sorun var” diyerek bir tez üretti. Fakat bu sırada Özgür arka tarafta kendi kendine sesli biçimde gülmeye başladı, çünkü o gerçek cevabı biliyor gibiydi.

Bu esnada elektrik kesintileri ekiple ebelemece oynamaya devam ediyordu. Ne zaman ekipten biri kredi kartını uzatsa elektrikler gidiyor, birkaç dakika sonra geri geliyor, tekrar kredi kartını uzattığı an yeniden gidiyordu. Filistin’e bir kurşun daha atmamız bu şekilde engelleniyordu sanki. Elektrikler bizimle bildiğin t*şak geçiyor, bir gidiyor bir geliyor, insanlar da her geçen dakika daha da huzursuzlaşıyordu. Özgür ise bir köşede kahkahalarla gülüyor, artık gözlerinden yaşlar akıyordu. Ortam bildiğiniz bir tımarhaneden farksızdı anlayacağınız.

Nihayet Domalt çalışanları da ortada doğaüstü bir durum olduğunu fark edip telaş yapmaya ve korkmaya başladılar. Çünkü bu esnada elektrikler gelip gitmeye devam ediyor, o anlara denk gelen siparişler piç oluyor, dükkândaki arızaya rağmen müşteri sayısı rekor seviyede artıyor, açlıktan çirkefleşen insanlar elektrik yüzünden çalışanlara anırıyorlardı. İşin özü domaltacağız derken bayağı bir domalmışlardı.

En sonunda eli ayağı birbirine giren müdür “Si…siparişler iptal, paraları iade ediyoruz” dedi ve iade işine girişti. Yaşadığı korku gözlerinden okunuyordu. İnsanların sipariş fişleri toplanarak para iadeleri başladı, fakat bu arada önceden doldurulan litrelerce kola heba olmuş, pişmesi yarım kalan siparişler mahvolmuş, yemek
için gelen onlarca müşteri de en büyük rakiplerine kaybedilmişti. Üstelik bu durumun ne zaman düzeleceği de belli değildi. 10dk önce müşteri patlamasıyla bayram eden Domalt şimdiyse domalmış ve bu zararı nasıl karşılayacağını düşünüyordu.

Adamlara acıyıp daha fazla zarar vermemek adına paralarımızı geri alıp dışarı çıktık. Yeterince acı çekmişlerdi, bu korku onlara yeterdi. Zira biraz daha içeride durmak konusunda ısrar etsek mekânda yangın çıkabilir, tüpleri patlayabilir, üzerine UFO düşebilir, terörist bir saldırıya uğrayabilirdi. Lakin içeride ne olduğunu tam olarak idrak edemediysek de açık havaya çıkınca anında anladık: Can’ın laneti gitmemiş, bitmemiş, sadece daha güçlü bir şekilde en ummadığımız anda ortaya çıkmak için pusuya yatmıştı. İlk kurbanı ise daha 1-2 gün önce müdürünün bize “İşler çok iyi gidiyor ya” dediği McDomalt olmuştu. 

Eski gücünün yavaş yavaş geri döndüğünü fark eden Can şunu söyledi: 

“BEN SİZE DEDİM, BENİM SEÇTİĞİM MEKÂNA GİTMEYELİM DEDİM!”

Gülmekten karnımıza ağrılar gire gire Börgır’a gittik, yemeğimizi yedik. Dönüş yolunda da aynı Domalt’ın önünden geçtik. Sanki hiç kötü bir şey yaşanmamış gibi normale dönmüş ve hınca hınç müşterileriyle uğraşıyordu. Üzerlerindeki lanet kalkmıştı, çünkü aynı lanet bizim yanımızda yürümeye devam ediyordu…


9 Temmuz 2014 Çarşamba

Select Your Character!

Ekip olarak çok sıkı bir dostluğumuz olduğunu söylemek kesinlikle yanlış olmaz. Tabi bizimkisi bu standart dostluklardan biraz farklı… Genelde insanlar dostlarıyla keyifli vakitler geçirip sürekli yeni aktiviteler ve çeşitli gezme görme faaliyetleri içine girer. Aynı şeyleri yapmak bir süre sonra ( günler, haftalar, aylar, yıllar) onları sıkar. Ama bizde durum biraz daha farklı. KoSF ekibi olarak en büyük haz aldığımız etkinlik birbirimizi ölesiye aşağılamak, arkadan konuşmak, laf sokmak… Vs uzayıp gider. Ve Kutsal barımız KAOS’da (eskiden “Sardunyas” idi ) her gün buluşup bunu yapmaktan bir gram sıkılmayız.

Peki, neden böyle bir ruh hastası alışkanlığımız var?
Bunu başlatan neydi?
Ne zaman başladı?
Neden devam ediyor?
Ve en önemlisi niçin bunu kimse sorgulamıyor?

Bu beş sorunun iki olası cevabı var. Ya gerçekten ruh hastası pislik herifler olarak birbirimizi bulduk ya da birbirimize yüz yüze laf sokup, dedikodu yapıp, sonra da buna hiç aldırış etmeden arkadaşlığımızın devam etmesi mistik bir şey!

Yıllardır süren bu arkadaşlığımız ve mücadelemiz her birimizin ayrı ayrı özellikler kazanıp bu özellikleri geliştirmesine sebebiyet verdi. Sonuçta hiç birimiz altta kalamazdık. Ve her birimiz gerçekten ama gerçekten çok acımasızdık!

Ralf (Murat – Ekipteki adıyla ALF): Murat bu mücadele de iki türlü var oluyor. Ya dibe vuruyor ya da beşimizi birden havaya atıp gelişine çakıyor. İstikrarsız ama inanılmaz yetenekli futbolculara benzetilebilir. En önemli özelliği benzetmeleri… Benzetmelerini adeta bir Samuray’ın kılıcını kullanması gibi kullanarak parmaklarımızdan doğramaya başlıyor. Yıllarca sanayi de çalışmış olması ve İzmir’in orta halliden bir tık aşağıdaki sokaklarında büyümesi kelime ve küfür haznesini o kadar genişletmiş sanki bir okyanus gibi… Murat’ın espri kabiliyeti ve hazır cevaplılığı ile birleştiğinde nükleer bir silahtan farksız oluyor. Kimi zaman bu okyanustan çok tırt şeyler çıkmasını bir yana bırakırsak hepimizin ortak fikri gününde bir Murat abartısız Cem Yılmaz’ı bile gömer. Gelgelelim Murat’ın bu özelliklerini kullanmak için gösterdiği sabırsızlık onun kontrolünü kaybetmesine sebep oluyor.  Ve tam anlamıyla saçmalıyor. Kendi tabiriyle el bombasının pimini çekip kendi cebine koyuyor. Siz hiç bulaşmadan uzaklaşın havaya uçacaktır zaten.

Byakko(Yiğit – Ekipteki adıyla Lord): Yiğit’in yetkinliği için kullanılabilecek yegâne kelime “ince zekâ”. Tam bir boş muhabbet müptelası olan bu tembel piç üşenmediği zaman gerçek anlamda bir sosyalist sosyoloji profesörü edasıyla laf sokuyor. Bu tadı yakaladığınca en sinir bozucu olan şey ise karşılık vermek yerine istemsizce sırıtmaya başlıyorsunuz! Ki bu durum bir saniyeden fazla sürmese bile bir ürpertiye neden oluyor. Eğer ki esprinin tadına kendinizi biraz kaptırırsanız. Yok olmamak işten değil! Ve bu ince zekânın altındaki sinsilik ise korkudan dizlerinizin bağını çözebilir. Çünkü bu piç siz hiç beklemiyorken kulağınıza iğne sokar gibi lafı götünüze sokabilir. Fakat… Yiğit’inde Murat ve diğerleri gibi kitlendiği anlar yok değil. Tembelliğin etkileri genlerine kadar işlediği için laflarını tamamlayamama gibi rezil olduğu durumlarda sıkça yaşanıyor. Ayrıca kendisine de ani sokulan orantısız esprilerde karşısındakine yaşattığı hisse kendi yaşamıyor değil.

Rhonantor (Can – Ekipteki adıyla Cavidan): İşte orantısız zekâ! Lafı gediğine koymak ve hazır cevaplık konusunda Murat’tan eksiği yok denilebilir. Ama en önemli özelliği dayanıklılığı. Uzun soluklu bir tartışmaya girdiğinizde çalışma prensibini anlayamadığımız beyni 213124321 yıl önceki bir ezikliğinizi ortaya çıkarabiliyor. Ve kendisi gerçekten hiç mi hiç vazgeçmiyor. Bir süre sonra siz yorulduktan sonra Rocky Balboa misali ringin ortasında gömüyor sizi! Yalan söylemek, iftira atmak onun için hiç mi hiç sorun değil. Zaten kendisi izlediği okuduğu ve oynadığı bilimum şeylerde her zaman pislik yapan karakterlere bir sempati beslemiştir. Pro bir Karateci olarak ise temiz dövüştüğü gerçekten söylenemez. Ve gizli silahı “RÖR”(gerçekten açıklamayacağım bir özellik) her ne kadar zamanla etkisini kaybetmiş olsa da hala ürkütücü.  Bu korkunç adamın ise 3 büyük zayıflığı var. Birincisi destekçilerine saldırıp yalnız kalmak (nedenini kimse bilmiyor), ikincisi yalan söylerken abartıya kaçmak (Örnek: Japonya da pirinç tarlasının olmamasını iddia etmesi), üçüncüsü de olası mağlubiyetini sempatikleştirmek için kendine hakaret etmesi (Bunun da dedenini bilmiyorum).

knighTeen87 (Emre – Ekipteki adıyla Een): Bilimsel olarak laf sokan adam. Bunu nasıl mı yapıyor? Tartıştığınız konu hakkında elle tutulur ve kanıtlanmış verileri önünüze koyarak. Emre hepimizin aksine daha soğukkanlı yürütüyor bu savaşları. Acele etmiyor. Konuyu soğutuyor ve bir bakmışsınız bir dahaki sefer sizi kafese tıkılmış bir aslan haline getirmiş. Tüm o saldırganlığınız ve vahşiliğiniz bir sirk seyrine dönüşüyor. Araştırma yapmak, veri toplamak, analiz etmek… O bu mücadelenin Batman’i! Ve diğer bir yeteneği ise kendisi ile dalga geçebilme ki işte bunu yaptığı zaman aldığı hasarı yarı yarıya indirmiş oluyor. Lakin gelgelelim en büyük özelliği bazen en büyük handikabına dönüşüveriyor. Bazen çok geç kalıyor ve rakibi onun hazırlıklarını yapmasına izin vermeden onu itin götüne sokmuş oluyor. Hatta tüm o bilimsel veriler boş muhabbet eğlencesi uğruna hiç oluyor.  Ayrıca bazen inatçı kişiliği tutulmasına sebep oluyor. Yıllarca sabır konusunda da çok fazla imtiyaz vermesi şimdi onu biraz sinirli bir adam yaptı. (Ben sinirli biri değilim s*kerim götünü! – Emre). Ve bu mücadele de sinirlerine hâkim olmak önemlidir.

Lyzard (Çağatay – Ekipteki adıyla Kaptan Mağara Adamı): Tank! Bu savaşta fiziksel özelliklerinin tam aksine o zayıf adam muazzam bir çelik tanka dönüşüyor. Öyle ki bazı dönemlerde açığını bulmak, laf sokmak imkânsızlaşıyor.  Ve kuru inadını ve düz mantığını inanılmaz kullanıyor. Aslında haklısınız tüm kozlar sizin elinizde ama bir türlü tatmin olamıyorsunuz. Sanki hep bir şeyleri eksik ve yanlış gibi… Ve Emre’nin aksine Çağatay’ın inatçılığı tutukluğa değil resmen yaratıcılığa dönüşüyor. Ve işte tam burada düz mantığını ince zekâsıyla birleştirdiğinde Çağatay’ın soktuğu laf bir tankın ağzından çıkan inanılmaz derece yıkıcı bir mermi gibi kafanızı patlatıyor! Ama ya kötü nişan alırsa… O zaman da karşınızda hazır ve nazır bir av! İşine çok meraklı bir mühendisin neşesi, merakı ve heyecanıyla alın elinize tornavidayı başlayın Tankı sökmeye! Çünkü Çağatay bazen gerçekten anlamsız laflar sokmayı deniyor. Sanırsın Atatürk gibi komutan gitmiş o kadar adamı Sarıkamış’a yalınayak götüren Enver Paşa gelmiş.

oZzIiI (Özgür – Ekipteki adıyla Özlil): (Özgür’ün analizini ricası üzerine ben yazacağım – Emre).  Bu adamın en büyük problemi özellikle Ankara’ya gittiği zamandan beri canının feci sıkılmasıdır. Bu gibi can sıkıntısı anlarında sırf eğlenmek adına ekibi birbirine düşürmeyi, numara çekmeyi, yalan söylemeyi pek sever. Sonra da yaşattığı kaosu bir keyif sigarası yakarak izlemeye koyulur. “Göreceli diye bir şey yoktur, benim dediğime katılmıyorsan bariz gerizekalısın” felsefesi bu felsefeye alışık olmayanlar için ölümcül ve fena derecede sinir bozucudur. Tiyatro kökenlerinin verdiği etkiyle de Allah için iyi rol keser. Hele ki kankası Çağatay’ın da desteğini arkasına alırsa durdurulamaz, daha doğrusu zapt edilemez hale gelir. Fakat tartışma ilerledikçe “Birader sen bana inanmıyorsun ama benim bir arkadaşın başına şu gelmiş” diye örnek verdiği an anlayınız ki tartışmayı kaybettiğini fark edip fütursuz bir yalan sürecine geçmiştir. En güçlü silahı olan can sıkıntı bir o kadar da en büyük zayıflığıdır. Çünkü bazen manipülasyonun dozajını kaçırır ve planları kontrolden çıkıp fıslamaya başlar. Doğuştan esnaf ve ego sahibidir, bu yüzden durmayı bilmez. İnadı destanlara konu olan Çağatay’a karşı hariç…

Veee işte tüm bu oyunun yegâne kazananı…

Tanrı (Tanrı – Ekipteki adıyla Tanrı): Genelde tek bir ses hissediyorsunuz.  Evet yanlış yazmadım, duymuyorsunuz, hissediyorsunuz:  “BIIIIIZZT”…  Bu ses geldiğinde her şeyin aslında kusursuz bir kurgusu olduğu ortaya çıkıyor. En acısı ise sizin bunu yaşamak zorunda olduğunuzu bilmek. Bir şey geliyor ama ne elle tutabilirsiniz, ne gözle görebilirsiniz, ne de duyabilirsiniz. Çaresizliğin ve mağlubiyetin kekremsi tadı. Yapabileceğiniz tek şey durumu “ti”ye almak ve acınızı biraz dindirmek. Zayıf yönü mü? Yok!

Yazan: oZzIiI
Edit: knighTeen87


Çıkartılmış Sahneler:
oZzIiI (Özgür’ün kendi ağzından):
Biri manipülasyon mu dedi! Etrafındakileri kullanmak, laf kalabalığı, mübalağanın dayanılmaz çekiciliği… Evet, şu an sizinle ölesiye taşşak geçiliyorsa Özgür saldırısını yapmış demektir. Özgür’e karşı dikkatli olmasınız, GERÇEKTEN DİKKATLİ olmalısınız çünkü söyleyeceğiniz yanlış bir kelime ya da kullanacağınız yanlış bir terim götünüzde patlayabilir. Ve sinirlendiğinde hedef sizseniz ya çoğunluğu sağlamalı ya da kaçmalısınız. Tabi Özgür’ün kendini kaybetmiş bir psikopat gibi saldırmasının yanında manipülasyon yeteneğini kullanabilmesi durumunda kendinize bir destekçi bulabilirseniz. Normal hayatta bir sokak dövüşçüsü, bir kumarbaz ve kurnaz bir dolandırıcı neyse laf dalaşlarında Özgür odur! O dur o olmasına da maceraperestlik kime hayır getirmişte Özgür’e getirsin! Ego kimin gözünü kör etmemişte Özgür’ün ki görsün.  İşte bu iki özellik en büyük salaklıkları! Durduk yere düşmanlar edinir. Saçma sapan saldırmaya başlar!