Tarih: 2010 Yaz
Ekipçe çılgınlar gibi
FRP oynadığımız bir dönemdi. Özellikle de Özgür’ün baskısıyla fırsat bulduğumuz
her an ve her yerde Capcom-SNK evreninde geçen FRP’ler oynuyorduk ki itiraf
etmeliyim, ultra komik ve eğlenceliydiler. Gene böyle bir yaz günü, akşamüstü
saatleriydi ve Özgür’ün evinin çatısında takılıyorduk. Neden çatısı derseniz,
Özgür’lerin evinde kullanmadığımız herhangi bir nokta kalmamıştı çünkü.
Evlerinin salonlarında takılıyorduk, oturma odasında takılıyorduk, Özgür’ün
odasında takılıyorduk, hatta üst katlarındaki inşaat halindeki yarım dairede
bile yatıyorduk amele gibi. Ama bizi bu bile kesmediği için şimdide
apartmanlarının terasında takılıyorduk. Salonlarının ortasına çömelip sıçmamıza
bir adım kalmıştı yani.
Özgür’ün annesi tabi ki de bu yalana inandı ve oğluyla beraber olaydan haberi bile olmayan gariban Digitürk’çülerin sülalelerine saydırmaya başladılar. Özgür iyi bir aktördü, rolünü iyi oynuyordu ve ona inanan annesi de gayet doğal şekilde geçiriyordu. Uzaklarda bir yerlerde birilerinin çocuklarına, eşlerine, akrabalarına çok kötü şeyler yapılıyordu ve bu tecavüzlerin sorumlusu Can Bey kılını bile kıpırdatmıyordu.
Not: Bu olaya en detaylı ve yakın şekilde şahit olan kişi aslında Murat. Kendisinden milyonlarca kez bu olayı yazmasını istedim fakat abartmıyorum en azından 5 yıldır her sorduğumda mutlaka yazacağını söyledi, her hatta yazmak istediğimde de “BEN YAZICAM!” diye de beni durdurdu. Bu 5 yıllık zaman diliminde de bir kez yazıp beğenmediği için sildiğini, bir kez yazıp beğendiği halde yazıyı kaybettiğini, yakın zamanda tekrar sorduğumda da bu aralar yazmak konusunda hevesli olmadığını fakat mutlaka yazacağı için benim yazmamamı söyledi. Ben de dayanamadım ve bu geçen zaman zarfında koskoca Game of Thrones serisi bile sonuna yaklaştığı için bu epik olay tarihe gömülmesin diye eksik de olsa yazmak istedim. Sevgiler, saygılar.
Sebebini şimdi hatırlamasam da ya birini ya da erzakların
gelmesini bekliyorduk galiba (Bu arada dip not olarak eskiden çılgın seviyede
abur-cubur tüketirdik, eğer abur-cuburdan biz kanser olmadıysak başka hiç kimse
de olamaz yani). Can’ın eller cepte, kargo pantolon ve sandaletiyle yavaşça
bacaya yaklaştığını fark ettim. Boyu 1-1,5 metre civarı olan, direkt olarak
Özgür’lerin evine bağlanan tuğla-çimento karışımı bir bacaydı. Sonra Can aniden
bu bacanın önünde durdu ve okkalı bir karate tekmesi yapıştırdı. Yaptığı şey
aptalca olsa da Can gerçek bir geri zekâlı olduğundan bizim için yeni bir şey
değildi. Hele benim için hiç değildi, çünkü Can aynı tekmeyi bir gün durduk
yere spor salonunda benim göğsüme de atmıştı. O yüzden önemsemedim ve olayın
sonunu görmeden kafamı çevirdim.
Ben kafamı çevirdikten 1-2 saniye sonra Murat’ın sesi inletti ortalığı “ABİ GÖRDÜNÜZ MÜ CAN’IN NE YAPTIĞINI?” diye. Hemen ardından da çatlarcasına bir gülme krizine girdi. Adama “Ne oldu lan söylesene?” diye ısrar etsek gülmekten konuşamaz durumdaydı. Can ise küçük bir kız çocuğu gibi bacanın dibinde utangaç ve piç gülümsemesiyle ayakta dikiliyordu. Murat’ı sarstık ve konuşması için ısrar ettik. Gözlerinden yaşlar akarken “Abi Can tekme atınca baca yavaşça devrilmeye başladı. Can da size çaktırmadan bacaya sarılıp yerine oturttu, sonra da ellerini cebine sokup çaktırmadan kaçmaya çalıştı” dedi.
Zavallı bacaya baktık. Gerçekten de kökünden kırıldığı üzerindeki çatlaklardan belli oluyordu. Tamam, Can gerçek bir geri zekâlı olabilirdi, ama her seferinde bizi şaşırtmayı nasıl başarıyordu, işte bunu gerçekten çok merak ediyorduk. Her seferinde kendini geliştirmeyi, üstüne biraz daha koymayı bir şekilde başarıyordu. Kendisine bunu neden yaptığını sordum, gene o şirin küçük kız gülümsemesiyle karşılık verdi. Bir diğer zavallı olan ev sahibimiz Özgür ise çaresizlik içinde kökünden kırılmış olan bacayı zemine yatırdı ve Can’ın zekâsı, karakteri, kişiliği hakkında oldukça yaratıcı küfürler saydırmaya başladı. Sonra da kalktı ve annesine haber vermeye gitti.
Özgür merdivenlerde kaybolurken hep beraberce “Şimdi y*rrağı yedin Can!” dedik.
Beklenen oldu ve 5dk sonra Özgür annesiyle beraber geri döndü. Can hariç hepimiz heyecan içindeydik. Kendisi leblebi tozu koysak kusursuz şekilde “Yusuf Yusuf” diyebilecek kadar gergin şekilde bekliyordu. Terasa varır varmaz yerde baygın yatan bacayı gören zavallı kadın “AAAAA!” diye haykırdı ve hemen yanına koştu. Yuvası resmen başına yıkılmıştı. Tabi ki de Özgür'e bunun nasıl olduğunu sordu. Asıl şov işte şimdi başlıyordu…
“Dün gelen Digitürk’çüler bacayı kırmışlar anne” dedi Özgür annesi bacayı incelerken. “Ve hiç haber de vermemiş pezevenkler”
Ben kafamı çevirdikten 1-2 saniye sonra Murat’ın sesi inletti ortalığı “ABİ GÖRDÜNÜZ MÜ CAN’IN NE YAPTIĞINI?” diye. Hemen ardından da çatlarcasına bir gülme krizine girdi. Adama “Ne oldu lan söylesene?” diye ısrar etsek gülmekten konuşamaz durumdaydı. Can ise küçük bir kız çocuğu gibi bacanın dibinde utangaç ve piç gülümsemesiyle ayakta dikiliyordu. Murat’ı sarstık ve konuşması için ısrar ettik. Gözlerinden yaşlar akarken “Abi Can tekme atınca baca yavaşça devrilmeye başladı. Can da size çaktırmadan bacaya sarılıp yerine oturttu, sonra da ellerini cebine sokup çaktırmadan kaçmaya çalıştı” dedi.
Zavallı bacaya baktık. Gerçekten de kökünden kırıldığı üzerindeki çatlaklardan belli oluyordu. Tamam, Can gerçek bir geri zekâlı olabilirdi, ama her seferinde bizi şaşırtmayı nasıl başarıyordu, işte bunu gerçekten çok merak ediyorduk. Her seferinde kendini geliştirmeyi, üstüne biraz daha koymayı bir şekilde başarıyordu. Kendisine bunu neden yaptığını sordum, gene o şirin küçük kız gülümsemesiyle karşılık verdi. Bir diğer zavallı olan ev sahibimiz Özgür ise çaresizlik içinde kökünden kırılmış olan bacayı zemine yatırdı ve Can’ın zekâsı, karakteri, kişiliği hakkında oldukça yaratıcı küfürler saydırmaya başladı. Sonra da kalktı ve annesine haber vermeye gitti.
Özgür merdivenlerde kaybolurken hep beraberce “Şimdi y*rrağı yedin Can!” dedik.
Beklenen oldu ve 5dk sonra Özgür annesiyle beraber geri döndü. Can hariç hepimiz heyecan içindeydik. Kendisi leblebi tozu koysak kusursuz şekilde “Yusuf Yusuf” diyebilecek kadar gergin şekilde bekliyordu. Terasa varır varmaz yerde baygın yatan bacayı gören zavallı kadın “AAAAA!” diye haykırdı ve hemen yanına koştu. Yuvası resmen başına yıkılmıştı. Tabi ki de Özgür'e bunun nasıl olduğunu sordu. Asıl şov işte şimdi başlıyordu…
“Dün gelen Digitürk’çüler bacayı kırmışlar anne” dedi Özgür annesi bacayı incelerken. “Ve hiç haber de vermemiş pezevenkler”
Özgür’ün annesi tabi ki de bu yalana inandı ve oğluyla beraber olaydan haberi bile olmayan gariban Digitürk’çülerin sülalelerine saydırmaya başladılar. Özgür iyi bir aktördü, rolünü iyi oynuyordu ve ona inanan annesi de gayet doğal şekilde geçiriyordu. Uzaklarda bir yerlerde birilerinin çocuklarına, eşlerine, akrabalarına çok kötü şeyler yapılıyordu ve bu tecavüzlerin sorumlusu Can Bey kılını bile kıpırdatmıyordu.
Not: Bu olaya en detaylı ve yakın şekilde şahit olan kişi aslında Murat. Kendisinden milyonlarca kez bu olayı yazmasını istedim fakat abartmıyorum en azından 5 yıldır her sorduğumda mutlaka yazacağını söyledi, her hatta yazmak istediğimde de “BEN YAZICAM!” diye de beni durdurdu. Bu 5 yıllık zaman diliminde de bir kez yazıp beğenmediği için sildiğini, bir kez yazıp beğendiği halde yazıyı kaybettiğini, yakın zamanda tekrar sorduğumda da bu aralar yazmak konusunda hevesli olmadığını fakat mutlaka yazacağı için benim yazmamamı söyledi. Ben de dayanamadım ve bu geçen zaman zarfında koskoca Game of Thrones serisi bile sonuna yaklaştığı için bu epik olay tarihe gömülmesin diye eksik de olsa yazmak istedim. Sevgiler, saygılar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder