2000’lerin başında internetin sosyal hayatımıza yeni yeni dokunmaya başladığı yılları tecrübe edenler bilirler, sürekli olarak “İnternette tanıştığı kişi tarafından öldürüldü”, “İnternet arkadaşlığının sonu tecavüzle bitti” gibisinden haberlerin pompalandığı bir dönemdi. O yüzden internetten tanıştığım yeni arkadaşlarımla buluşacağımı söylediğimde annem resmen çıldırmış, buluşmaya gitmemem için yalvarmış, beni vazgeçiremeyince de en azından evlerine gitmemem konusunda yeminler ettirmişti. Gelgelelim Show Haber’i doğrularcasına da buluştuktan sonra Özgür’ün ilk cümlesi “Hadi bize gidelim” olmuştu. Otobüsle evlerine giderken yaşadığım “S*kmeseler bari…” tadındaki korkuyu daha dün gibi hatırlarım.
Ben, Çağatay ve Özgür arasındaki bu ilk buluşma ekibin resmi olarak temellerini atsa da ekip kurulmadan çok önce birbirini tanıyan ikililer vardı aslında. Ben ve Murat çocukluğundan beri hiç kopmamış kuzenleriz mesela (hatta Murat’ı ekibe dahil etmek istediğimde Özgür’le birbirlerinden uzun süre nefret etmiş ve ikisi de birbirlerini gördükleri ilk yerde döveceklerini söylemişti). Çağatay ve Özgür de yanlış hatırlamıyorsam orta okul yıllarından beri çok sıkı dostlardı (Bu ikilinin tanışma öyküsü de blog’a yazılmaya değerdir bu arada). Can ve Yiğit’in de buluşup beraber içme rutinlerinin olduğu bir geçmişleri vardı aynı şekilde. Aralarındaki samimiyet için “Kara Pirens Gecikir (Belki Hiç Gelmez)” yazısındaki Meet Javidan kısmını okumanızı öneririm.
Nedendir bilinmez, Can ve Yiğit arasındaki bu yakınlık Can’ın Yiğit’e karşı anaç duygular beslemesine sebep olmuştu ilk tanıdığımız yıllarda. Sürekli kavga ediyor olmaları sizi aldatmasın (şimdi düşününce evli bir çiftten bahsediyormuş gibi hissettim), hastalık, kötü gün, vs gibi durumlarda Can’ın oldukça koruyucu ve kollayıcı bir tavrı vardı Yiğit’e karşı. Müsaadenizle bunu bir örnekle açıklamak isterim.
Alsancak’ta buluşma yaptığımız bir akşamdı, yılını hatırlamıyorum ama herhalde 2008-2010 arası falandır. Mekânda içildikten sonra (benim Şanzelize Cafe Clap müdavimi gibi sadece kola içtiğim dönem) artık kapanmış olan Ekmek İçi’nde bir şeyler yemek için oturmuştuk. Yanlış hatırlamıyorsam Yiğit de buluşmaya gelmesine rağmen acayip hasta durumdaydı ve masadan kafasını bile kaldıramıyordu.Ben, Can ve Murat sandviçlerimizi yemiştik. Fakat Yiğit masaya yatmış, sandviçi öylece duruyordu ve Can annesi gibi üzgün üzgün ona bakıyordu. Evladının bu hasta hali yüreğini parçalıyordu. Lakin boşta duran sandviç ise o yıllarda dipsiz bir kuyu gibi insanlık dışı yemek yiyen Murat’ın dikkatini çekmişti. Zira Murat’ın aşırı yemekten ötürü Türkiye’deki çoğu kadından daha dolgun göğüslere sahip olduğu bir dönemden bahsediyorum.
“Kimse yemiyorsa ben bunu yiyorum o zaman” diyen Murat, Yiğit’in önündeki sandviçi aldı, hiç zorlanmadan bunun gibi 5 tane daha sandviç yiyebilirdi. Yiğit’in karşı koyacak hali falan yoktu zaten. Ağzını açıp tam ısırmak üzereydi ki Alsancak sokaklarında “SEN ONU YİYEMEZSİN AMK!” diye bir ses yankılandı ve görünmez bir el Murat’ın elindeki sandviçi havada kaptı. Murat da tıpkı Tom & Jerry çizgi filmlerindeki gibi havayı ısırdı.
Her şey o kadar hızlı olup bitmişti ki Can’ın elini seçemedik bile. Gördüğümüz tek şey Murat’ın havayı ısırışı ve bonus saçlarının sallanışı olmuştu o kadar. Fakat verdiği tepki ve sesten hızlı refleksleri hepimizi sindirmeye yetmişti. Yiğit ise olanlara tepki veremeyecek kadar hasta, patates gibi yatmaya devam ediyordu. Sonra “Hastasın, yemen lazım” diye annesinin zoruyla (Can) sandviçinden birkaç ısırık aldı aldı ama sandviçin kalanına ne oldu hatırlamıyorum. Fakat Murat’a yar olmadığı kesindi.Bugünlerde baba olmayan hazırlanan Can’ın nasıl bir baba olacağını zaman gösterecek. Fakat paralel bir evrende anne olsaydı çok başarılı olacağı aşikar: Javidan Ana.