29 Aralık 2011 Perşembe

GAME OF PYRAMID: Season 2 (Sezon özeti ve 3. sezona giriş)


"THE A.M. IS COMING..."


Dizinin orjinal açılış videosu:


Çok uzun bir süre bekledik. İnanılmaz bir GoP ikinci sezonunun ardından sıra artık değerlendirmeye ve sezon özetine geldi. Artık usta kalem K.R.Pirens'in ellerinden çıkma, gerek kurgu gerek de karakterleri açısından oldukça kaliteli bu yapımını tekrar övme ihtiyacı hissetmiyorum. Ama hâlâ izlemeyenler varsa mutlaka izleyin!

Yeni sezonda gene ağzımızı açık bırakacak olaylar yaşanacağını biliyorduk ama bu kadarı gerçekten fazlaydı. Gerek Lord Rektalion'un inanılmaz düşüşü, gerek gölgede kalan diğer karakterlerin inanılmaz çıkışları ve yeni karakterlerin de katılımıyla solukları kesen bir sezon oldu. Bu kadar da değil. İkinci sezonun ardından gene sezonun üzerinden şöyle bir geçelim ve hafızalarımıza kazınmış olan sahneleri tekrar ele alalım istedim. Seriyi takip etmeyenler açısından spoiler miktarı hayli yüksek olacak, uyaralım. Buyurun:

-Hızlı Yükselip Aynı Hızla Tekrar Batan Güneş-

İlk sezonun en şaşırtıcı olayı, Lord Rektalion'un beklenmedik ihaneti ve liderliğini ilan edişiydi hatırlarsanız. Yazarın müthiş kurgusu sebebiyle bütün bir sezon boyunca Lord Cavidan'ı esas kötü sanmış, dikkatlerimizi Rektalion üzerinde yoğunlaştırmamıştık. O da Lord Pion ve Knight 87. Ingen'i yanına alarak yüce yönetenlere baş kaldırmış ve sonra tüm müritlere de ihanet ederek Kutsal Şeftali Mağarasına girmişti. Bu yüzden de hepimiz yeni sezonun asıl kötüsünün Rektallion olacağını düşündük. Ancak Pirens bizi gene ters köşeye yatırdı. Daha üçüncü bölümden itibaren Rektalion'un inanılmaz düşüşüne şahit olduk.

-Peki Rektalion Nasıl Düştü?-

Aslında bu sorunun cevabı bize yeni sezonun iki önemli karakterini tanıtmış oldu. Bunlar önceki sezonda da pek önemli gözükmeyen ama aslında çok derin sırları barındıran kişiler. Evet, Lord Yamchık'tan bahsettiğimi gayet iyi biliyorsunuz. Kendisi için aslında Cavidan'ın sağlam müritlerinden biri ve kirli işlerini el altından yürüten suikastçısı da denebilir. Geçmişte Maganda Kral Özlil ve Lord Götingen'e de sağlam kusmuklu saldırılar yaptığını flashback bölümlerinde öğrendik. Ama Cavidan'ın emri ile Rektalion'a verem mikronu bulaştıranın Yamchık olduğunu öğrendiğimizdeyse adeta kanımız donmuştu. Öyle ki tüm gücünü kaybeden Lorde Rektalion, bunu fırsat bilen eşi Leydi Albeni tarafından torbayı bağlayamadığı için halkının önünde aşağılanınca da kurduğu hükümdarlık sona erdi.

-Cehennemi Tatmak: Ters Piramit-

Aslında ölmediklerini hepimiz gayet iyi biliyorduk ancak Pirens'in eserinde her şey mümkün olduğu için kendi gözlerimizle görmeden emin olamazdık. Evet, Pion Göttingen ve Knight 87. Ingen'den bahsediyorum! Öte yandan kendilerini tekrar bulduğumuzda da pek iç açıcı bir durumda olmadıklarını görmüştük. Önceki sezonda piramitte yaşadıkları sert düşüş alt piramide geçmelerine yol açmıştı. Böylelikle Piramit evrenine dair önemli bir detayı da öğrenmiş olduk: Ters Piramit. Aslında burası için yine aynı şekilde dibe ilerleyen katlardan oluşan ve çaresizliği sembolize eden piramit şekilli bir cehennem de diyebiliriz. Bu bölümlerde karakterlerimizin bahtsızlığına ve tekrar kat çıkma çabalarına şahit olduk. Elbette Ters Piramitde de pek çok oluşum, ülke ve krallık var ancak daha çok bir kaos hakimdi diyebiliriz. Ingen, Pion'a olan kızgınlığını sona erdirdi ve İzmir Çetesi isminde asi bir oluşuma beraber katılarak hayatta kalmaya çalıştılar. Aslında pek işe yaradığı da söylenemez ama burada çektikleri korkunç acılar kendilerine unutulmaz bir ders oldu. Hatta bu tecrübeler Pion’u üst kata bile geri çıkardı!

-Pion Göttingen'in Geri Dönüşü-

Güç dengelerinin yine alt üst olması bu sefer pek şaşırtmadı. Çünkü ilk sezon boyunca ana karakter olarak gösterilen Göttingen'in tekrar güce kavuşması, hepimizin hevesle beklediği bir olaydı. Bu yükselişi Cavidan'ın ilgisini çekti ve kendisiyle yeni bir antlaşma imzalamaya çalıştı. Ama Pion elbette gururlu ve bir o kadar akılsız bir karakter olduğu için bu fırsatı elinin tersiyle itti ve bu sefer henüz sadece yüzünü gördüğümüz, ancak ismi açıklanmayan bir leydi tarafından Sardunya's kalesinde bütün lorldların katıldığı bir toplantıda rencide edildi. Bunu gururuna yediremeyen Pion da bir kez daha alt kata düşmek zorunda kaldı. Hatırlıyorum bu bölüm beni bayağı sinirlendirmişti izlerken. Leydinin kimliği konusunda pek çok teori şimdilik Yaşlı Kertenkele'nin eşi olduğu yönünde.

-Ingen’ler Üzerindeki Lanet Kalktı Mı?-

Ters Piramit'deki pek çok karanlık güçle işbirliği yapan Ingen hepimzi çok şaşırttı. Daima dürüstlüğe ve adalete olan inancını bildiğimiz bir karakterin böylesine değişmesi oldukça büyük bir sürpriz oldu. Anladığımız kadarıyla üzerindeki makûs laneti kaldırmayı başardı ve tekrar üst piramide geri döndü. Ama buradaki önemli nokta yükselmek için gücünden yardım talep ettiği kişi aslında. Şimdilik bu gizemli kişinin isminin Alf olduğunu biliyoruz ancak unvanı yâda gücü hakkında henüz bir fikrimiz yok. Tek bildiğimiz Ingen’e olan vaadini yerine getirdiği. Son bölümün bomba sürprizlerinden birisiyse bu kişinin Piramit dışından yaklaşan ordu tehlikesi hakkında oldukça kapsamlı bilgiye sahip olmasıydı. Ayrıca Alf’in piramit evreninde oldukça sağlam bağlantıları olduğuna da şahit olduk. Ters Piramit'de Pion ve Ingen'in o kadar arayıp da bulamadığı Rektalion'u kolayca buldu ve kendisine verem mikrobu bulaştırılmasını isteyen gizli bir ajanını devreye soktu. Ancak Lord Rektalion zekasıyla bu tuzağa düşmedi (en azından öyle umuyoruz). Bir sonraki sezonda Alf hakkında çok daha önemli şeyler öğreneceğimize eminim!

-Yamchık'ın Ingen'e Hazırladığı Tuzak-

Ingen, Alf'in de yardımını alarak tekrar üst piramide çıktı ancak hükümdarlığı aynen Pion Göttingen'inki gibi pek de uzun sürmedi. Aslında kendisi korkunç bir suikasta kurban gitti de diyebiliriz. Samimi söylüyorum belki de bu acı bölüm, sezon içinde en çok kanımı donduran bölümdü. Yeni müritleriyle kutlama yapmak isteyen Ingen, iki gün süren parti esnasında Yamchık'ın adamı tarafından yumuşatılmış piramit zeminin oldukça fazla dans edilip eğlenildiği için yıkılması sonucu tekrar aşağı düştü – ki bu bölüm beni biraz hüzünlendirmişti. Artık bir sezonda daha fazla düşüp yükselme olacağına düşünmüyorduk ama hırslanan Ingen bu sefer tam anlamıyla üzerindeki laneti kaldırarak doğru yolu buldu ve piramidin üst katlarında yerini şimdilik sabitledi.

-Uzak Diyarlardan Gelen Bir Karaokeci: Lord Amso-

İlk bölümlerde tellal olduğunu sandığımız ancak daha sonra Lord olduğu açıklanan Amso da sezonun en ilginç karakterlerinden biriydi. Şimdilik hangi karakterlerle nasıl bir geçmişi olduğunu bilmiyoruz ama Rektalion ile ortak ve gizemli bir geçmişleri olduğunu tahmin etmek pek güç değil. Piramitteki yeri henüz net olarak açıklanmayan bu karakterle ilgili öğrendiğimiz en önemli detay ise gereksiz sosyal aktivitelere katılmayı ve karaoke’yi çok sevdiği şeklinde. Üçüncü sezonda kendisini çok daha fazla göreceğimizi tahmin ediyorum.

-Geriye Kalan Diğer İki Gizemli Karakter-

İlk sezondan beri adlarını çok az duyduğumuz ve haklarında gene az şey bildiğimiz iki karakterden bahsediyorum: Maganda Kral Özlil ve Yaşlı Kertenkele. Yaşlı Kertenkele'yi bu sezonda da hiç görme fırsatımız olmadı ancak piramidin alt mimarlarından biri ta kendisi olabilir. Piramitteki asıl yeri ise tam bir muamma. Özlil'in önceki sezonda esas olayının Maganda Krallığı olmadağını zaten tahmin ediyorduk. Piramitte pek çok kez yer değiştirmiş, pek çok savaşa katılmış bir yüce yöneten ya da alt mimarlardan biri olduğuna bu sezonda iyice emin olduk. Ancak hala açıklanması gereken pek çok detay var. Final bölümünde Lord Cavidan üstlerinin huzuruna çıktıktan sonra saraydan ayrıldığında, masa etrafındaki siluetlerden bir tanesi elinde bir elinde dondurma diğer elinde de nargile bulunduruyordu. Bu da bizi Maganda Kral olabileceği hakkında soru işaretlerine yöneltti.

-Lord Cavidan ve Hayatı-

Önceki sezonda bir nevi Yüzüklerin Efendisi'nin Sauron'u olarak tanıtılan Lord Cavidan'ın, aslında çok daha insansı bir karakter olduğu bu sezonda izleyiciye gösterildi. Kendince korkuları olan, yeri geldi mi elindeki gücü yanlış kullanan ve biraz da kılıbık bir karakter olarak lanse edilmesi onun insani yönünü ortaya çıkardı. Belki de diziyi en gerçekçi kılan detaylardan bir tanesi de bu diyebilirim. Serideki tüm karakterler oldukça gerçekçi, sanki hepsi gerçekten hayattan alınmışlar gibi (kıps ;) ). Umarım gelecek sezonlarda bu karakteri daha da fazla tanıma şansımız olacaktır.

-Sonuç-

Özetle ikinci sezon takipçilerini çoğunlukla kızdıran, yer yer ağlatan ama sıklıkla güldürmeyi ihmal etmeyen dolu dolu bir sezon oldu. Hem yeni karakterlerle tanıştık hem de eski karakterleri daha derinlemesine tanımış olduk. Artık üçüncü sezonu beklemek iyice işkence haline gelecek. Ancak o sezona kadar tartışılacak pek çok teori var. Hepinizin eğlendiğini umuyorum. Sağlıcakla kalın…

The A.M. is coming...

17 Aralık 2011 Cumartesi

Varoş Götü [Mini Öykü]

Tarih: Ağustos 2011

Ekibimizde en çok varoş kültürüne sahip kişi Özgür’dür kıymetli okurlarımız. Kendisi şu an müthiş bir caz hastası, kaliteli içkiden anlayan, sıkı bir okuyucu gibi oldukça entelektüel özelliklere sahip olsa da geçirdiği çocukluk yüzünden kendisinin de belirttiği gibi içindeki “Varoş Ruhu”nu hiçbir zaman tam olarak atamamıştır. Ama bir zamanlar “Mehter marşından başka müzik dinlemek embesillik *mına koyim” gibi son derece ciddi bir müzik anlayışı ve “babasının arabasını çalıp çarpan ergen” ruh hallerinden, Frank Sinatra dinleyip “Sarfaryon sosunda marine edilmiş İtalyan rosto” pişiren bir kişiye dönüştüğünü göz önünde bulundurursak kendisinin yaşadığı değişimi tebrik etmemek elde değil.

Konumuza dönecek olursak ben, Çağatay ve Özgür hep beraber Alsancak’a, ekiple buluşmaya gidiyorduk Çağatay’ın arabasıyla. Ve o sırada Alsancak’la yan yana olan Kahramanlar semtinden geçmekte idik. İzmir’i bilenler bilir, ikisi sırt sırta olan bu iki semtten Alsancak ne kadar lüks, üst sınıf ve kalite bir mekânsa (Can tabi ki tam tersini iddia etmektedir ki kendisinin iddiasına göre Japonya’da pirinç tarlaları da yoktur) ironik biçimde Kahramanlar da o kadar varoş ve abeci bir bölgedir. Özellikle de iç kısımları.

İşte hep beraber arabayla ilerlerken bir yandan boş muhabbet yapıyor öteki yandan da sağdan soldan geçen kızların Alsancak’lı mı yoksa Kahramanlar mensubu mu olup olmadığını tartışıyorduk. Ve açıkçası ayırım yapmak konusunda da pek sıkıntı çekmiyorduk. Boynuna şal takmış, dar kotlu, çizmeli, büyük deri çantalı ve güneş gözlüklü kızların Alsancak’lı olduğu ne kadar netse Adidas eşofman giymiş, şapkalı, kazan götlü ve kol kola ilerleyen kızların da amele olduğu o kadar netti. Lakin ilerledikçe bizleri soru işaretinde bırakan bir kızla karşılaştık. Ne kadar kafa patlatırsak patlatalım bir türlü kızın hangi semtten olduğuna karar veremiyorduk. İnanın kız sanki her iki semtin de tam ortasında doğmuş gibi bir kombinasyona sahipti: Son derece bakımlı ve düz saçlar ama pahalı olsa da lacivert eşofman altı.

Nihayetinde arabada büyük bir tartışma patlak verdi. Yemin ederim Cern deneyindeki bilim adamları bile bu kadar ateşli bir tartışma bile görmemiştir. Ben kızın Alsancak’lı olduğu konusunda ısrar etmeye başladım fakat Özgür gizemli bir biçimde sessizce sigarasını içip kızı gözlemleye devam ediyordu. Lakin saniyeler ilerleyip benim konudaki ısrarlarım sürünce Özgür dayanamadı ve duruma elde koydu. “Hayır birader Kahramanlar’da oturuyor bu kız. Anlarım ben.” Dedi sigarasının dumanını yavaşça üfürürken. Onu bu kadar zor bir soru karşısında bu kadar net bir cevap vermeye iten neydi gerçekten hepimiz çok merak etmiştik. Lakin Çağatay düşüncelerimi okuyor gibiydi ve müthiş bir merak duygusu içinde kendisine bunu nasıl anladığını sordu. Kendinden emin duruşunu bir an bile kaybetmeyen Özgür yanıtladı:

“Götüne baksanıza *mına koyim, varoş götü bu. Yürümekten kas yapmış.

Aldığımız cevabın ardından gülmekten patlamamıza saniyeler kala Özgür oldukça karizma biçimde sigarasından derin bir nefes daha çekti ve üzerine ekledi:

“Ama ne s*kişir bu ha!”…

22 Kasım 2011 Salı

Şeytani Plan

Tarih: 18 Kasım 2011

Kıymetli okurlarımız ekibimizin Can isimli üyesi, uzun yıllar süren dostluğumuz boyunca yaptığı işlere en anlam veremediğimiz kişidir. Kendisi bu zaman zarfında model boyamak ya da denizaltı simülasyonu ve Princess Maker oynamak(bir de bu oyunu överek anlatır üzerine) gibi bize göre son derece s*kko, kendisine göre de oldukça anlamlı işlerle uğraşmıştır. Ama önemli manyaklığı da bu gibi işlerle uğraşırken dünyadaki her şeyden ve herkesten kopmasıdır.

Ki kendisini bu gibi anlarda ararsanız aradığınızı gördüğü halde telefonunu açmaz, ya da daha sonra “Abi ne oldu?” diye aramaz, isterseniz binlerce hakaret dolu mesaj atın bir tane bile cevap yazmaz. Hani kırk yılın başı “Abi beni arayın” diye bir mesaj attı diyelim. O zaman da aramanızı kendi istediği halde telefonunu gene açmaz. Bu garip duruma Empty Talk Üniversitesi, “R.Ö.R.’ler ve Nöronlar” Ana Bilim Dalı Başkanı Prof.Dr.Yiğithan Civil şu teşhisi koymaktadır: “Can gerçek bir gerizekalı *mına koduğum!”

Her neyse. Ekipçe yaklaşık bir haftadır görüşmüyorduk ve Yiğit’in sınav dönemi yetmezmiş gibi bir de Can’ın sınav dönemi üst üste geldiği için ekibi bir araya getirmek, her geçen gün Adriana Lima’dan gecenin sonunda sevişmeli bir akşam yemeği kopartmaktan çok daha zor hala geliyordu. Ama ben inatla her gün bu uğurda kendi sağlığımdan yemeye devam ediyordum. Burada kendime dair samimi bir parantez açmak isterim. Her buluşmadan önce her seferinde karı gibi tripler atan, hiçbir bokla uğraşmadıkları halde Çankaya Köşkü’nde yemeğe katılacaklarmış gibi götünden meşguliyetler uyduran, buluşma ayarlanmadığı zaman da yüzüme “NİYE BULUŞMUYORUZ AQ?” diye çemkiren bu g*tüne koyduklarımla buluşma düzenlemeye çalıştığım için de bende çok ileri derecede bir gerizekalıyım. Hiçbir akıllı insan aynı hatayı bu kadar uzun süre yapmaz çünkü. Bakınız: Ankara’ya taşınan Özgür Şahin.

İşte bu piçlerin aslında zerre çalışmadıkları sınav dönemleri yüzünden buluşmalar da habire erteleniyordu değerli takipçiler. En sonunda Perşembe günü Can bize “Yarın sınavım var, evden çıkamam ders çalışcam. Ama sınav çıkışı sekiz buçuk gibi gelirim. Cuma buluşalım aab.” diye başlangıçta son derece mantıklı gözüken bir teklifte bulundu. Biz de geçmiş hatalarımızdan ısrarla ders almayan üniversiteli kızlar gibi bunu memnuniyetle kabul ettik. Gerçi kendisi perşembe akşamını sınav için ders çalışacağını iddia ettiği saatlerde benimle Facebook’ta chat’leşerek, hatta cevap yazmadığım zaman “Senin de muhabbetine doyum olmuyo” gibi karı tripleri yaparak, yer yer de 9gag’te paylaşımları yaparak tamamladı. Ama artık buluşma Cuma’ya ertelenmişti bir kere, yapacak bir şey yoktu.

Nihayetinde Cuma akşamı ben, Çağatay, Merve, Yiğit ve Ali buluştuk. Çağatay o gün Can’ı aradığını ve kendisinin 8-9 arası sınavdan çıktıktan sonra yanımıza geleceğini söyledi. Biz de kaynağı hiç tükenmeyen boş muhabbetlerimizi sürdürmek için yeni kutsal mekânımız olan Kaos Bar’a gittik.(Elveda Sardunya’s!). Gece gene müthiş ilerliyor ve kahkahalar havalarda uçuyordu. Lakin saat yavaş yavaş 21:30’a gelmesine rağmen Can’dan hâlâ ses seda yoktu. Ve hiç kimse de Can’ın bu ekişi yüzünden kendisini arayıp nerede olduğunu sormak istemiyordu. Bu yüzden Merve kendi telefonunu aldı ve “Durun bari ben arayayım” diyerek Can’ı aradı. Ve ne olduysa ondan sonra oldu.

Can telefonu açtı fakat Merve’nin sesini tanıyamadı. Bir de Merve’nin şirket telefonu Can’da kayıtlı olmadığı için arayanın kim olduğunu sorunca Merve müthiş şovuna başladı. “Merhaba Can nasılsın? Tülay ben, beni hatırlamadın mı?” diye sordu. Can’ın sesini duyamasak da Merve’yi çıkaramadığını anlamak hiç de zor değildi. Can, Tülay’a kim olduğunu sordukça Merve inatla oscarlık bir performansla sergileyerek kendisini hatırlayamadığı için hesap soruyor, Can’ın beynindeki nöronların iletimi teker teker duruyordu. En sonunda Merve “Dershaneden ben ya, nasıl unutursun beni aşk olsun?” diyince Can zerre hatırlamadığı halde “Haa evet hatırladım şimdi!” diyerek sazan gibi atladı. Merve’nin “En İyi Kadın Oyuncu” dalındaki unutulmaz performansını izlerken gülmemek için kendimizi zor tutuyorduk fakat Merve şovuna aralıksız devam ediyordu. Nihayetinde “Can nerdesin sen? Alsancak’taysan görüşelim?” diyince “Hayır, Bornova’da Kule’deyim ben!” diye yanıtladı Can. Kule dediği yer, FRP ya da Warhammer gibi masaüstü oyunları oynanan, Can’ın sıklıkla uğradığı mabediydi. Taşlar şimdi yerine oturmuştu. Piç bizi sınavdan geç çıkacağım ayağıyla ekmiş ve Kule’ye oyun oynamaya gitmişti. Merve nihayetinde “Peki o zaman sonra görüşürüz” diyerek telefonu kapattığında hepimiz gülmekten altımıza sıçacak durumdaydık.

Ama hepimiz Can’ın az önce arayan kızın kim olduğunu düşünmekten oyun falan oynayamadığını adımız gibi biliyorduk. Ve tezimizin ispatlanması da yalnızca 5dk sürdü. İçi içini yiyen Can, “Aab az önce arayan Merve’miydi?” diye sormak için Çağatay’ı aradı. Çağatay da “Hayır lan, biz Kaos’ta oturuyoz, sen nerdesin gelmicen mi buluşmaya?” diye sorunca da Can’ın aklınca uyanık planını ortaya çıkartan cümle kendi ağzından döküldü:”Aab ben daha yeni çıktım sınavdan. Yetişir miyim siz kalkmadan bilmiyorum aq!”.

Evet kıymetli dostlar, bu yavşağın altı-üstü g*tü boklu bir masaüstü oyunu oynamak adına bizi ekmek için kullandığı s*kten plan, Çağatay-Merve çiftinin unutulmaz oyunculuk performanslarıyla aynen ortaya çıkmıştı. Bizim zaten aşırı zeki bir ekip olduğumuz yetmiyormuş gibi bir de üzerine alkol alınınca zekâmız korkunç bir düzeye fırladığını kendisi hiç hesaba katmamıştı. Gecenin kalan bölümünde Can elbette ki gelmedi ve sınavda olduğu yalanıyla s*kko işlerine kaldığı yerden devam etti. Ulan insan sınavdayken telefonda konuşabilir mi? Bari biraz daha düzgün bir yalan uydur aq, haksız mıyım a dostlar?

Ha ayrıca, son bir ekleme yapmak isterin. Can hala bu planını ortaya çıkardığımızdan habersiz. Kendisi de aynı sizler gibi ilk kez bu satırları okuduktan sonra öğrenecek bu durumu. Tepkisini de hep beraber göreceğiz. Murat’ın da dediği gibi, “Bana ağız *rospuluğu yapma, ben daha *rospuyum aq!”

Kıpsss… ;)

7 Ekim 2011 Cuma

Kaptan Mağara Adamı ve İnce Hastalık

Tarih: Eylül 2011

Değerli okurlar eğer bu blogumuzu uzun süredir takip ediyorsanız Ersen’in ne kadar s*ktiri boktan bir gen havuzuna sahip olduğunu öğrenmişsinizdir. Kendisi onu tanıdığımızdan bu yana sırayla bir insanın geçirebileceği bütün hastalıkları geçirmiş, bilumum virüs, mikrop, terliksi canlı, vs. bünyesinde taşımış ve haftanın en az dört gününü çeşitli sağlık kuruluşlarında geçirerek yaşayan bir biyolojik silah haline gelmiştir. Ki Murat’ın bu konuda yaptığı yorum da müthiştir:”Ersen’in vücudu o kadar tırt ki bence bir gün aniden pıt diye kaybolarak ölecek. Ölümü bile dandik olacak aq!”

Ne var ki yakın zamanda Ersen’e yeni bir rakip türedi arkadaşlar: Duygusal ve entelektüel ayımız Ali. Ali birkaç ay önce İzmir Ege Üniversitesi gibi yaşam enerjisinin ve yaşam enerjini iki katına çıkaran hatunların gürül gürül aktığı bir yerde (“Ege’de ortam yok *mına koyim!”-M.Can Özbaş) verem hastalığını kapmayı başardı. Evet kıymetli, okurlar, ne yazık ki abartmıyorum, bildiğiniz ince hastalık verem işte. Ama hemen aklınıza çok kötü şeyler gelmesin, zira Ali şu an bu hastalık yüzünden oldukça sıkı ve ağır bir tedavi süreci geçirse de sosyal hayatına ve okuluna devam edebilecek kadar iyi durumda ve ayakta çok şükür.

İşte kıymetli dostumuz Ali, aylar sonra yaz tatilinden dönmüş ve İzmir’e geri gelmişti. Biz de her zamanki gibi ekipçe toplanmış ve yemek için PaPizta’ya gitmiştik. Yemek yiyor ve boş muhabbet ediyorduk, Ali’nin muhabbetini de gerçekten özlemiştik. Derken konu tekrar Ali’nin hastalığına geldi ve olanları, tedavi sürecini, teşhisleri falan iyice detaylı biçimde anlatmaya başladı. Dostumuz gerçekten oldukça uzun ve dikkatli olunması gereken bir süreçten geçiyordu. Bu sefer konu gerçekten çok ciddiydi. Uzun uzun dinledikten sonra Can, Ali’ye döndü ve “Peki kız arkadaşın bu hastalığına ne tepki verdi lan?” diye sordu. Yiğit ise hemen atlayarak Ali’nin yerine cevap verdi:”Kız ayrılalım demiş aq”

Bunun üzerine masada bir kahkaha fırtınası koptu. Olay böyle olmasa bile dalga geçmek çok güzeldi. Ali ise şaşkınlıkla bizi izliyordu. Derken masada bu sefer “Ali mi daha dandik yoksa Ersen mi?” tartışması patlak verdi. Verem hastalığı tamamen s*ktiretmiş, yalnızca hangisinin daha dandik olduğu konusunda t*şak geçiyorduk. Derken bu sefer sazı ben elime aldım ve “Bence Ali daha dandik oğlum, Ersen bin tane hastalık geçirdi ama hala ayakta. Ali’ye baksana, daha ilk hastalıkta tipi kaymış salağın.” diyerek tartışmaya son noktayı koydum.

Masada gene bir kahkaha fırtınası koptu. Ali’nin hastalığı bize inanılmaz bir haz ve mutluluk veriyordu sanki. Resmen 20dk’dır g*tümüzle gülüyor, hastalığın her detayıyla teker teker t*şak geçiyorduk. Hastalık haberinin ardından ailesinin ve kız arkadaşının gözyaşlarına şahit olmuş olan Ali ise şu an bizim dalga geçişimizi çarpık bir gülümseme ile izliyordu. Ekipçe bütün olayı dünyayı ele geçirmek olan çizgi filmlerdeki safi kötü manyaklara dönüşmüştük. Lakin bir kadın olarak Merve’nin kalbi böylesine ciddi bir konuyla dalga geçmemizi kaldıramadı ve “Ya niye böyle yapıyorsunuz? Çocuk çok hasta, ayıp ya! Böyle dalga geçilir mi hiç?” diye vicdanımıza kulak vermemizi istedi. Hepimiz Mahmut Hoca’dan okkalı ama oturaklı bir azar yemiş Hababam sınıfı gibi birkaç saniye boyunca susup önümüze bakarak gülmeyi kestik. Ama neyse ki Kaptan Mağara Adamı’mız Çağatay o anda büyük bir kahraman gibi imdadımıza yetişerek son noktayı koydu:”Ne var aşkım ya? ÖLENLE ÖLÜNMEZ Kİ!”

Tabi bu müthiş lafın ardından vücudumuzdaki bütün kahkaha hücreleri teker teker infilak etti. Çılgıncasına kahkahalar atıyor, gözlerimizden yaşlar gelerek Ali’nin ölümcül hastalığıyla dalga geçmeye devam ediyorduk, hatta Merve bile gülümsemesini durduramamıştı. Artık tamamen verem olan biriyle dalga geçecek kadar ruhsuzlaşmıştık. O an Ali orada düşüp ölse “Aaa salağa bak yemeğini bile yemeden öldü aq” diye dalga geçebilirdik. Ali’nin anlayış beklemek için anlattığı konu, ekip için artık en büyük t*şak malzemesi ve zayıflığı haline gelmişti. Bu hastalık geçene kadar artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı, Ali’yi çok zor günler bekliyordu.

Ayrıca Çağatay’ın da Kaptan Mağara Adamı olmasının nereden geldiğini soracak olursanız, kendisi kadın-erkek ilişkileri konusunda açık ara aramızda en tutucu ve kıskanç olan kişidir. Hatta bir keresinde “Kadın ve erkek normal arkadaş olamaz aq!” gibi karşı cinslerin sevgililik ve akrabalık hariç başka hiçbir şey yaşayamayacağını anlatan bir sözle tarihe geçmiştir. Kaptan Mağara Adamı lakabı ise şu konuşmadan sonra kendisine takdim edilmiştir, hiç değiştirmeden aynen yazıyorum:

Emre: Abi sana yüksek müsaadenle bir şey sormak istiyorum
Çağatay: Buyur abi
E: Abi “Kadınla erkek arkadaş olamaz” gibi bir laf etmişsin. Sebebini sorabilir miyim lütfen?
Ç: Tabi olamazlar lan, çünkü…
E: …Neden abi?
Ç: Çünkü cinsel organları farklı aq!

Takdiri artık sizlere ait…

7 Eylül 2011 Çarşamba

2nd Didim Adventure: The Dark Side of ToF

Tarih: Temmuz 2011

Uzun süredir bu blogda başımızdan geçen sayısız t*şak olayı okuyor ve ekibimizin ne kadar renkli insanlardan kurulu olduğunu düşünüyorsunuzdur herhalde(Düşünemiyorsanız da o sizin mallığınızdır) kıymetli okurlar. Ama sizler yabancı değilsiniz ve bu sefer gene rengârenk maceralardan ziyade ekibimizin karanlık tarafına şahit olacaksınız ve bu yaz yaşadığımız Didim tatili vasıtasıyla.

ToF ekibi olarak 3 yıldır her yaz hep beraber tatile çıktığımızı biliyorsunuz. Bu sene gene Didim'de müthiş bir ev ayarlamıştık fakat tanrının da bunu fark edip olaya elini atması çok uzun sürmedi. Aylardır beklediğimiz tatile saatler kala Çağatay’ın durduk yere apandisitini patlattı, bu yüzden ekibin kemik elemanlarından Çağatay tatile gelemedi ve dolayısıyla arabası da ortadan kalktığı için kişi başına 40 lira ekstradan yol parası çıktı. Tanrı, yokluğu bize en çok zarar verecek kişiyi sekiz arasından özenle seçmişti. Ama bu daha sadece başlangıçtı. İki yıldır para sıkıntısı yaşayan ve ev ücreti haricinde ortaklaşa çektiğimiz Murat, bu sene bize yük olmamak için tatile gelmeyi kabul etmemiş, ama onun yerini de Can derhal alıvermişti. Ekipçe artık en az bir tane parasız adam olmadan tatil yapamaz hale gelmiştik ve bu da direkt olarak her sene Özgür’ün g*tüne en az 200 lira daha girdiği anlamına geliyordu.

Tabi Can tatilden bir hafta önce 80 lira parası olacağını söylemişti ama tatil günü gelip çattığında elbette cebinde metelik bile yoktu, çünkü kendisi bu çok önemli parayı "Kuşak sınavı parası“ gibi dünyanın en hiç bir s*ke yaramaz şeylerine yatırmakta bir an bile tereddüt etmemişti. Değerli dostlar, inanın Can’ın böyle bir hareket yapması bizim için sürpriz değildi ama asıl bomba Ali’nin yurt parasını farkında olmadan kız arkadaşıyla bir haftada yiyecek kadar embesilleşmiş olmasıydı. Bu sebeple cebinde çok az bir miktar para kalmıştı ve bu da bu sene nefesi kokan adam sayısını iki katına çıkarıyordu. Tanrı gene “En iyi özgün senaryo” ve “En iyi kurgu” dallarında Oscar'ları kimselere bırakmıyordu.

Elbette bütün bu gelişmeler beni ve Özgür’ü sinir krizlerine sokmaya yetmişti. Aylardır çalışıp bir de bu tatil için iş yerinden iki günlük ücretsiz izin (2x40=80 lira maaş kesintisi) aldığım yetmiyormuş gibi Çağatay’ın yokluğunda zaten artan toplu ücret, bu iki salağın yüzünden de ben, Özgür, Ersen ve Yiğit olmak üzere yediye bölünmek dörde bölünmüştü(Masrafın ne kadar arttığını hayal edin). Ben ve Özgür’de son derece haklı olarak tatil boyunca hakaretler saydırıyor, normal bir insana söylesen bir daha asla yüz yüze bakılmayacak laflar ediyorduk. Hatta Özgür bir gece poker masasında daha fazla dayanamamış ve "Ulan benim Ankara’da arkadaşlarım valla çok zeki, adamın parası yoksa tatile gelmiyor“ diye yenilir yutulur olmayan cinsten bir laf etmişti. Ama Can’ın bu feci hakarete verdiği cevap ise çok daha korkunçtu "Bir daha Emre ile tatile gelmeyeceğim *mına koyim, yeterince para kazanamıyor“

Evet, arkadaşlar, bu vurdumduymaz ipnelere hakaret falan asla sökmüyor, millet seslenildiğinde duymamış gibi yapabilmek için işten kaçmak adına evin üst katına kaçıyorlardı. Hatta bir keresinde yere peynir dökülmesine rağmen temizleme ekibindeki hiç kimse kılını bile kıpırdatmıştı. Ve inanır mısınız bilmiyorum ama aynı ekip bir de peynirin üzerine basıp evin içinde şevkle dolaşmaya devam ediyordu iyice pislik yayılsın diye. Sonuç olarak da aslında görevi yemek yapmak olan garibim Özgür de s*ke s*ke peyniri ve tezgâhları temizlemek zorunda kalıyor ve bu da onu haklı olarak oldukça sinirli bir adam haline getiriyordu. Lakin Özgür ne kadar beyin kanaması geçirirse geçirsin evde gene değişen bir şey yoktu. Hiç kimse gene annesine küfredilmeden ne evi temizliyor, ne de ortalığı topluyor, hatta yoğurt ve kolalar hemen bozulsun diye balkonda güneşin altında bırakılıyordu.

Sonuç olarak niyeyse bu tatilde çok ciddi bir zekâ problemi vardı. İnanın evdeki zekâ ortalaması Manisa Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi kadar ya var ya yoktu. Belki de biraz daha düşüktü tam olarak bilemiyorum. Hiç kimse aynı bardakla iki kere su bile içmiyordu sırf daha fazla bulaşık çıksın diye. Bunun sonucu olarak da ilk gece bütün bulaşıkların yanında tam 23 tane bardak yıkamak zorunda kalmıştım. Tabi bir sonraki gün kahvaltıda herkesten bir şeyler içecekleri zaman her seferinde yeni bir bardak kullanmalarını, hatta bir bardak kola içecekleri zaman yarısını bir bardağa, diğer yarısını da başka bir bardağa koymalarını özellikle rica ettim. Elbette hemen ertesi gün bardak kullanımında %90’lara varan ciddi bir düşüş oldu. Ters psikoloji bizim ekipte en çok işe yarayan yöntemdi.

Ama en korkunç zekâ düşüşüyse hepimizi şoka sokacak şekilde Ali’de gerçekleşmişti ne yazık ki. Kendisi bize "Ben çaysız yaşayamam, demlerim ben 5dk da alın mutlaka“ diye zorla çay aldırmasına rağmen yarım bardak bile çay yapmamıştı ve en beteri de tatil günlerini yeni kız arkadaşıyla her an her saniye 5000 sms atarak geçiriyordu. O koskoca forumları, animecileri, cosplaycileri s*kerten dağ gibi Rektal Tuşe gitmiş, yerine liseli bir ergen gelmişti. Mesaj dalgası yüzünden hiç bir muhabbete girmiyor hatta daha rahat mesajlaşabilmek için pokerde bilerek yenilerek oyundan çıkıyordu. Ama günahını almayalım, pokeri s*kerten tek kişi Ali değildi. Niyeyse poker de değil de pişpirik oynanıyor gibiydi. Nihayetinde de ismini vermek istemediğim bir kişinin elindeki tek pair’la rest’e girmesi Özgür için bardağı taşıran son damla olmuştu, böylesine kaliteli bir oyunu bu kadar embesil bir ekip hak etmiyordu.

Tabi zekânın yanında tatilimizi baltalayan en feci unsurlardan biri de parasızlıktı. Öyle ki bu durum yüzünden Özgür’ün mangal yaptığı akşam haricinde evde son derece gariban yemekler pişmişti ve sahilde de şezlong&şemsiye ikilisine para vermemek için üç tane hasıra sahile karı kesmeye gelen donlu ameleler gibi sığışmak zorunda kalıyorduk. Tanesi 5-6 liraya aldığımız şemsiyeler de üflediğin zaman metrelerce uçup gidiyor, taşla sabitlediğimiz zaman da rüzgâr etkisiyle ortasından kırılıyordu. Yani şemsiyeyi alüminyum folyodan yapsalar yemin ederim çok daha dayanıklı olurdu. Ha ayrıca, şemsiyeyi sabitlemek için kullandığımız ve Ersen’in kendi elleriyle bulduğu taşın üzerine kırmızı boyayla kocaman “PİÇ“ yazması da bambaşka bir olaydır.

Ha siz şu an “Tatil değil eziyet lan bu!“ diyor olabilirsiniz bu okuduklarınızın ardından ama gene de bu kadar olumsuzluğa rağmen son derece eğlenceli bir tatildi dersek yalan olmaz. Geceleri dönen poker ve boş muhabbet(+alcohol effect), sahildeki güzel İngiliz ve Türk kızları, denizdeki mallıklar, kâinat ve UFO’lar hakkında teoriler derken gayet eğlenceli dört gün geçirmeyi başardık, ki bu ekibimizin şu hayatta başardığı en iyi şeydi zaten. Yalnız burada tatilin yıldızı olan Yiğit’e özel bir not düşmek isterim. Kendisinin önderliğinde gelişen boş muhabbetler özellikle son akşam olmak üzere hepimizi gülmekten komaya soktu ve akşam dışarı çıktığımızda oynadığımız “Ding!” oyununu icat eden de bizzat kendisidir. O nasıl bir oyun derseniz, şöyle ki; her güzel kız gören “Ding!” diye hayali bir zile basıyor ve skoru tutuyordu. Gece sonunda kazanan ise 29 Ding’le Ersen olmuştu. Hemen ardından ben 27 Ding’le gelirken Yiğit ise 26’da kalmıştı.

Ve evet, oyundan anladığınız kadarıyla da gene kadınlardan uzak bir tatile nokta koymuştuk. Ama yoldan geçen İngiliz kızlarına “Heloooo Görrrlsss!” ve “Vayt Çikınsss!” diye bağıran mahlûkatlar karşısında ne kadar şansımız olabilirdi lütfen siz söyleyin değerli okurlar? *mını s*ktiğimin hayvanatları yüzsüzlüğü o kadar ele almışlardı ki biz yanlarında Şeker Kız Candy gibi kalıyorduk. Hatta bir akşam dolaşırken Ersen’in Bruce Lee tişörtünü gören kabile reisi oturan boğa “Bah hele, o tişörtün önündeki adam sen misin?” diye sormuş, şoka giren Ersen “Hayır, Bruce Lee” diyince de “Haaaa, Buruce Le he mi?” yanıtını vermişti.

Sonuçta bu inişli çıkışlı ama son derece de eğlenceli tatil ben, Özgür ve Yiğit’in cebinden hayvan gibi para çıkmış olması ve Ersen’in de tüm aylığının bitmesiyle son buldu. Ama en kötüsüyse ortaya dört gün boyunca anne gibi yemek pişirip evi topladığı için öfkeden deliye dönmüş bir Özgür çıkmış olmasaydı. Kendisi yol boyunca ekibin gerçek yüzüyle bu tatilde yüzleştiği için sülalelerine teker teker küfretti ve gayet yorgun argın halde boynu bükük Ankara’ya geri döndü. Ki bu olay da bir ay sonra tatile gelememiş Çağatay’ın yanına ben, Özgür ve Yiğit’i alarak zekâ ortalaması çok daha yüksek ikinci bir tatile çıkmasına sebep oldu. Belediye başkanın mutant olduğundan habersiz biçimde tam bir ay sonra ruhlarımızı arındırmak için Dikili’ye yola çıktık! Bunu da bir sonraki yazıda okuyabilirsiniz ama yazıya Can’ın poker masasında ona yardımcı olmaya çalışan Yiğit’e attığı rör’le son vermek istiyorum:

“Hayatta hiçbir şeyi başaramamış adam olarak bana tavsiye verme *mına koyim!”-M.Can Özbaş

Yazan: knighTeen87

8 Ağustos 2011 Pazartesi

GAME OF PYRAMID (1. Sezon özeti ve 2. sezona giriş)

Bildiğiniz gibi HBO'nun 2011 yazında yayına giren ve K.R.Pirens'in romanından uyarlanan yeni dizisi Game of Pyramid oldukça ses getirmişti. Hızlı geçen bir ilk sezon sonrası hayranlar 2. sezonu dört gözle bekliyorlar. Yapımcının yaptığı açıklamaya göre kitaba bağlı kalmaya devam edecekler ancak kitapta geçmeyen bazı diyalog ve sahnelere 2. sezonda da rastlayacağız. İlk sezonu şöyle bir aklımda canlandırıyorum da yine heyecanlı replikler bizi bekliyor olacak. Evet, Rhonanthor'un 9.bölümde DJ kabininden, piramidin alt katındakilere yaptığı "Ben üstünüm bir kere" konuşması tüylerimizi diken diken etmişti örneğin.

2.sezona geçmeden önce ilk sezonun üzerinden şöyle bir geçelim ve hafızalarımıza kazınmış olan sahneleri tekrar ele alalım istedim. Seriyi takip etmeyenler açısından spoiler miktarı hayli yüksek olacak, uyarıyorum. Buyurun:

-Lord Rektalion'un İhaneti-
Sezonun en önemli olaylarından bir tanesiydi. Başından beri tam olarak amacını zaten kestiremediğimiz Rektalion, Cavidan hanedanlığına açılan savaşın sonuna kadar Lord Pion Göttingen ve Knight 87th Ingen'in yanında yer almış, ancak sonra taraf değiştirerek Magandaların da yardımıyla üst katlara yükselmişti. Sezonun son bölümünde Kutsal Şeftali mağarasına girerek(metafor), ayinle kendini Yüce Yönetenlerden ilan etmişti. Kendi hanedanlığına ait tüm müritleri de katlederek bizi şaşkınlığa uğratmıştı. Belki de sezon boyunca en güvenilir dediğimiz karakterlerdendi.

-Lord Pion Göttingen'in Düşüşü-
Sezon boyunca yükseleceğinden en çok emin olduğumuz bir karakter olan Lord Pion bizi adeta şaşkınlığa uğratmıştı. Atalarının hanedanlığı o seviyeye getirdikten sonra bile Lord Pion'un nasıl bu kadar beceriksiz olduğuna umarım ilerleyen sezonlarda bir açıklık getirilecektir. Rektalion'un ihaneti ve Knight 87th Ingen'in de kendisiyle beceriksizliğinden ötürü yollarını ayırması sonrası, Lord Pion çaresizce Leydi Burceon'un ayağına giderek yardım isteyerek piramitte yükselmeyi denemiş ancak acınacak bir durumda bırakılmıştı. Tüm bu yaşananlar sebebiyle halkı da kendisini tahtından indirmişti (Epic fail). Son gördüğümüz kadarıyla ölmedi ancak piramidin daha alt katlarına düşmüş olabileceği gerçeği de var. Belki Ak Gandalf gibi bir gün videokasetleri ile geri gelecektir, henüz bilmiyoruz…

-Knight 87th Ingen'in Kararı-
Kendisi ve halkının tanrıyla arasının pekiyi olmadığını zaten biliyoruz. Seride genel olarak bir seçilmiş karakter, varis havası yaratan asil Ingen, kendinden önceki 86 Ingen'in de başına dert olan lanetten tam olarak kurtuldu mu henüz bilmiyoruz. Sezon boyunca oldukça radikal kararlar alan Ingen, Cavidan hanedanlığına karşı olan savaşı bizzat örgütleyen kişiydi aslında. Ancak Rektalion'un Magandaları kendi emri altında birleştirmesi sonucu otoriteyi kaybetmiş ve kontrolü Rektalion'a bırakmıştı. 15 Eylül Paktının gereklerini de yerine getiremeyince Rektalion tarafından Lord Pion'la beraber hain olarak ilan edilmişti. Göttingen hanedanlığının kendi halkına ayak bağı olduğu kararına vardıktan sonra yollarını ayırmıştı. 2. sezonda öfkeli ve intikam peşinde bir Ingen bekleyebilirsiniz.

-Maganda Kral Ozzlil'in Planları-
Bu karizma karakter sezon boyunca pek ön planda değildi ancak son bölümlerde gördüğümüz kadarıyla Rektalion'un himayesinde kalmayı pek planlamıyor gibi. Ayrıca Rhonanthor'un danıştaylarından Lord Yamchık'ın söylediğine göre aslında bir barbar değil, piramitte çok kez yükselip alçalmış bir alt-mimar olabilir. Yine gizemli bir karakter! Sezon boyunca az gözükmüş olabilir ancak Magnumla beraber Nargile içtiği sahne akıllara kazındı bir kere…

-Duvar Tarafından Yaklaşan Tehlike-
Bildiğiniz gibi Game of Pyramid evreni adından farklı olarak sadece piramidi içeren bir evren değil. Piramidin dışı ve bir de anlatılanlardan bildiğimiz kadarıyla alt piramit var. Son bölümde gördük ki piramidin dışından bir tehlike yaklaşıyor. Bu tehlikenin şimdilik adı verilmedi ancak ork ve hobbit benzeri canlılar olduğunu biliyoruz. Ayrıca bunların bir lideri olduğundan da bahsedildi. İlerleyen sezonlarda göreceğiz. Bu gizemli lider acaba kim?

-Peki 2. Sezonda ne olacak?-
2.sezonun Rektalion ve Rhonanthor arasında büyük ve yeni bir mücadeleyi konu alacağını tahmin etmek zor değil. Ancak diziyi güzel kılan tarafların sadece iki tane ve birbirinden kesin çizgilerle ayrılan taraflar olmaması. Çok büyük gelişmeler yaşanacağından eminim. Şimdiden ağızlar sulanıyor. Bize düşen kışa kadar plajların tadını çıkarmak çünkü Aralık'ta yeni bir sezonla ekran başına kilitleneceğiz gibi duruyor. Görüşmek üzere, esenlikle kalın!

Yazan: Byakko