Tarih: Mayıs 2006
Manisa'nın Muradiye isimli kasabasına bağlı dağbaşında yer alan ve bünyesinde tek bir kız bile barındırmayan makine mühendisliğini kazanmam. hayatıma herhangi bir güzellik ya da avantaj katmamıştı. İçinde atların, eşeklerin, yılanların dolaştığı Allah'ın belası bu doğal yaşam parkına hergün geldiğimiz yetmiyormuş gibi bir de sınıfımızda tek bir dişi bile yer almadığı için, son derece çirkin karıların bile "Ekikkekeke abaza makineceler, ekikekekeek" diye godoş ve gevrek gülüşleriyle burun buruna yaşıyordum. Yapacak birşey yoktu, bu tüm makinecilerin ortak kaderiydi, damarlarımıza işleyen ve bizi yavaş yavaş kurutan bir zehirdi.
Neyse ki 2. dönemle beraber okulda siktiri boktan bi AutoCAD dersinin başlaması, hayatım boyunca ilk kez eve bilgisayar alınmasına sebep oldu. Ki inanın bu baştan aşağı taşak kokan bölümün hayatıma kattığı tek güzel şeydi. Biricik aileme bu vasıtayla "Dersimi doğru çalışabilmem için" derhal bilgisayar aldırdım ve benim kişisel pc kariyerim de böyle başlamış oldu. Evet kıymetli okurlar, sadece 6 yıldır bilgisayar var benim hayatımda. Ama bu 6 yılda 6 kez bile AutoCAD programını çalıştırmış adam değilim.
Nihayetinde gerizekalı gibi Vestel'den hazır olarak aldığımız(ve 1-2 yıl içinde götümde infilak edecek olan) bilgisayarım, odama ve hayatıma girdikten sonra olay tabii ki kendisini gerekli program ve oyunlarla donatmaya, yaratılış amacına uygun hareket etmeye gelmişti. Ne var ki herşey çok yeniydi ve henüz evimde internet bağlantısı falan da yoktu, ama neyse ki Çağatay vardı. O bir bilgisayar ilahı, Bill Gates'in ensesine şaplak atabilecek olan adamdı, Lord Of The Bilgisayars'tı adeta! Tabi bende derhal bu uzmana başvurup kendisini aradım ve "Abi bana gerekli programları ve birkaç oyunu CD'ye atsana!" diye coşkuyla isteğimi belirttim. Saolsun o da beni kırmadı ve Ares, Flashget gibi dönemin en lazım ama şu an yüzüne bir o kadar da yüzüne bakılmayacak bir ton programını CD'ye koydu, ekstradan birkaç oyun, emulator ve rom da katarak bana ulaştırdı. CD'yi kendisinden teslim aldıktan teknolojide devir atlamak için evde yalnızdım artık.
Elbette ki ilk planım, yıllardır evimdeki en teknolojik sistem Playstation 1 olduğu için kaçırdığım tüm NeoGeo dövüş oyunlarını emulatorlerle oynamaktı. Romlar, emulatorler, herşey hazırdı ve geriye sadece bütün bunları Rar dosyalarından çıkartmak kalıyordu. Tabi kadim dostum bunuda düşünmüş ve benim için WinRAR programını da CD'ye atmıştı.
Heyecanla WinRAR'ı kurmak için hareketlendim. Ama aynı hızla müthiş bir paradoks durdurdu beni. Evet, Çağatay bana WinRAR'ı getirmişti, ama WinRAR programını Rar'la sıkıştırmıştı. Kuracağım programı, kuracağım programın kendisiyle sıkıştırmış ve aynen bana getirmişti. Beynim ve düşünce yetilerim bitmiş durumdaydı, elimdeki en gelişmiş sıkıştırma programı Zip iken Rar'lanmış bir Rar programını nasıl çalıştıracaktım? Çağatay bana müthiş bir akıl oyunu mu uyguluyordu? Programı Notepad ile açarsam masonlara dair çok önemli bir şifremi çıkacaktı ortaya? Ekranın başında öylece kalakaldım. Bilgisayarında Rar olmayan bir adam Rar'la sıkıştırılmış WinRAR'ı nasıl kuracaktı?
Şu an beyin felci geçirmekte olan pek kıymetli okur, Çağatay'ın kökenlerine dair verebileceğim ilk örnek bundan ibaret. Ama bu örneğin beyninizde yeterli sayıda hücre öldürdüğüne inanarak şimdide Özgür'ün, ya da internet adıyla "ÖZLİL"in kökenlerine değinmek istiyorum. Ki iki olay da benzer zamanlarda vuku bulmuştur:
Evdeki internetlerin hızının şu an ki cep telefonlarıyla internete girmekten çok çok daha yavaş olduğu bir dönemdi. Evet, teknolojik olarak yetersiz olabilirdik, ama biz Kaptan Tsubasa fanlarıydık ve hiçbirşey bizi bu tutkumuzdan alıkoyamazdı. Tsu'yla ilgili herşeyi izlemeye, okumaya, görmeye, dinlemeye, oynamaya hatta kapışmaya müthiş bir açlık duyuyorduk.
Özgür'ün evindeydik ve döve döve çalıştırdığı(gerçek anlamda) bilgisayarının tam karşısındaydık. Türk Telekom'un müthiş altyapısı yüzünden real media formatında boyutları 10-20 mb arası değişen Captain Tsubasa J bölümleri indirmiş ve minnacık bir Media Player Classic'te izlemeye çalışıyorduk. Ki düşünün, bu inanılmaz görüntü kalitesi yetmiyormuş gibi elimizdeki tek altyazı da yapışık halde gelmiş olan Çince altyazılardı. Ama biz mutluyduk, Tsu bizi sevmese de biz ona aşıktık, sevmek böyle birşeydi işte. Sevgi ne demekti? Sevgi emek demekti. Sevgi kol saati ekranı çözünürlüğündeki animeleri kastıra kastıra izlemekti...
Nihayetinde izleme sona erdi. Yalan atıp tutmayacağım kıymetli okur, yılandan yalana oranla çok daha fazla korkuyor olabilirim ama blog'ta kendisine yalana yer yoktur. O yüzden tam olarak hatırlamadığım bir işlem yapıyordu Özgür. İçeriğini hatırlamadığım bir klasörü olduğu gibi kopyalayıp dosyaları düzenleyecekti. Önce klasöre gidip "Kopyala" komutunu seçti kendisi. Daha sonra da düzenleme yapıp yer açacağı için klasörü olduğu gibi geri dönüşüm kutusuna attı. Geri dönüşüm kutusu dediğimede aldanmayın sakın, kendisi hataya tahammülü olmayan bir insan olduğu için sildikleri direkt olarak bilgisayar hafızasından gidiyordu. Geri dönüşümü tamamen kapatmıştı yani. Daha sonra yer açıldığına sevinen bu eski dostum, uygun bir yer buldu ve sağ tıklayıp "Yapıştır" komutunu verdi...
İşte böyleeee sabrını yediğim kıymetli okur, şimdi size teknoloji konusunda Gılgamışi Destan'ları yazan adamlar daha birkaç yıl öncesine kadar bilgisayarı böyle kullanamıyordu işte. Ve benim için ne yaparlarsa yapsınlar "Rar'ı Rar'layan adam" ve "Olmayan dosyayı kopyalayan" adamlar olarak kalıcaklar hep, isterlerse Microsoft ve Google'ı aynı anda satın alsınlar...
Not: Bende aynı yıllarda Çağatay'ın verdiği CD'den virüs çıkınca yaşadığım insan üstü telaşla ve panikle Çağatay'a telefon etmiş, Tsubasa 2'nin rom'unu ilk indirdiğim zaman da rom'u içeren rar dosyasına çift tıklayarak oyunun çalışacağına inanmıştım. Bu yazıyı okuduktan sonra bu yavşaklar yazmadan ben yazayım dedim bu gerçekleri, ama ben zaten PC'den çakmıyorum ki :D