Alkolün insan vücudu üzerine yaptığı müthiş etkileri örnekleyen yazıları daha önce buradan da okumuştunuz kıymetli takipçiler. Öyle ki bu alev suyu kimi ekip üyelerini insanlıktan çok daha üstün hale sokup DJ kabinlerde vaazlar vermeye iterken, kimi dostlarımızı da "I.M.B.M(İçki Masasında Boş Muhabbet)'yi biliyorum olm ben, İnternet Movie Data Base" diyecek kadar vahim hallere sokabiliyordu. Ama bütün bunlardan bağımsız olarak bir de Çağatay var ki, bu adamın bünyesine alkol girdiği zaman alkolün ta kendisiyle eşi benzeri görülmemiş bir üstünlük mücadelesi başlıyordu.
Beraber kutladığımız 4. yılbaşıydı. Bu sefer eve tam ekipman bir Guitar Hero seti alınmıştı ve yaklaşık 7 saattir aralıksız olarak oynanıyordu. Bilmiyorum hemen yanında tüketilen alkol miktarını eklememe gerek var mı? Saatler 5e yaklaşırken beyinler çoktan buharlaşmış, ve tekrar yoğunlaşıp birkaç damlası da geri dönmüştü(Bkz. yağmur oluşumu), ve bizde bu birkaç damla ile idare ediyorduk(Görsel kanıt için tıklayınız). Guitar Hero Metallica'da ki şarkılar çoktan defalarca kez çalınmıştı. Ve hatta artık cover bile yapıyorduk. Biz fonda enstrümental olarak Sanitarium çalarken Yiğit ise "Lan Kıraç, top rock hiç para eder mi? Lafını bilmeyen it bu rapi yer mi? Kıraç bu dünya hiç demek, öküz gibi anırıp ayı gibi geğirmek! Götünü sikeyim Kıraç"'ı söylüyordu mikrofondan. Hatta öylesinede başarılıydı ki oyun Yiğit'in vokaline hayran kalmıştı, "Excellent"lar "Awesome"lar havalarda uçuşuyordu.

Ve nitekimde korkularımın gerçeğe dönüşmesi çok uzun sürmedi. Çağatay, Yiğit'le birşeyler konuşuyor ve hain bir plan tasarlıyordu. Bu gün gibi aşikardı. Olacakları bekleyip Ersen'in "Güzel evim Alabama. Alabama..." diye iç çektiği şarkısını dinlemeye başladım. Tam olayın moduna girmeye başlamıştım ki önce Çağatay'ın "Çek la çek!" diye bağıran amele seslenişi geldi birdenbire: Hemen ardından da şeytani bir gülme efektiyle bütün bir Browni'yi ağzıma tepmeye çalıştı.
Ekip kurulduğundan beri(ki bu 5 yıldan fazla demektir) ilk kez Ersen'lerine evine gelebilmiştik ve elbette ki içine sıçmamamız gerekiyordu. Fakat şu an alkol Çağatay'a üstünlük sağlamış durumdaydı. Bütün bir Browni'yi insan ağzına tepmekten anlamsız bir keyif alıyordu. Tabi ki de el koordinasyonu da ancak özürlü bir adamınki kadardı ve bütün bir keki yutabilecek kadar büyük bir ağıza sahip olmadığım için ağzıma yüzüme bulaşan kek halıya dökülüyor, resmen ortalığın içine sıçıyordu. Halıda artık kola-kek karışımı koyu renk bir bulamaç vardı.
"Abi ne yapıyorsun?" dedim. Durdu. "Mahvoldu lan ortalık!" diyip halıyı işaret ettim. Sessizce bir kaç saniye baktı ortaya çıkan berbat görüntüye. Ve o an anladım ki savaş patlak vermişti. Çağatay damarlarından dolaşan ve vücudunu ele geçiren alkole karşı müthiş bir mücadele veriyordu. Kontrolünü geri kazanmak için çılgıncasına çabalıyordu. Birkaç dakika daha geçti, kafasını vakur bir duruşla halıdan yavaşça kaldırdı ve bana döndü:"Abi kusura bakma çok sarhoşum ya!"
Evet, belki henüz savaş tam olarak sonuçlanmamıştı ama Çağatay bariz biçimde kazanıyordu. Yanlızca alkolün verdiği son çırpınışlar yüzünden kafası oldukça karışıktı. "Abi kusura bakma çok sarhoşum!" ne demekti? Eğer sarhoş ise yaptığın şeyin saçma olduğunu nerden biliyordu? Yok eğer ayık ise neden böyle bir saçmalık yapmıştı? Ortaya inanılmaz bir paradok, sonsuz bir kısır döngü çıkmıştı. Çağatay artık şarhoşluğunu bilen ayık adamdı. Bütün gece bu çözümleme üzerine düşündüm, düşündüm....
Elbette ki gerçek benden çok uzaktaydı. Bilemiyordum ve asla da bilemeyecektim. Bu müthiş savaşın bir örneği daha var ki onu da sizinle paylaşırsam beni çok daha iyi anlayacağınızdan eminim kıymetli boş muhabbetçiler:
Tarih: Temmuz 2010
Hep beraber 2. kez yaz tatiline çıkmıştık. Didim'deydik ve 7 kişi olsakda %5 ihtimal bile gözükmeyen tatilci kızlarla ve ingiliz turistlerle s*kişi hayal ediyorduk. Alışverış yapılmış, çevre scout'lanmış, eve yerleşilmişti. Ve tabii ki ilk gün bu ihtimalın kıyısından bile geçemediğimiz için evde oturmuş içiyorduk. İçiyoruz de dediğime bakmayın a dostlar, benim hayatımda kullandığım en alkollü şey Eyüp Sabri Tuncer Kolonyası'dır. Yani onlar içiyor, bende bu ayyaşlara eşlik ediyorum.
Akşam müthiş bir hararetle başlamıştı. Alkolü su niyetine içen Can limitlerin çok ötesinde sarhoştu ve kız arkadaşıyla duygusal problemler yaşıyordu. Yani bi erkeğin düşebileceği en kötü durumdaydı. 10dk önce kız arkadaşına Duygusal Rör'ler atmış, onu gizlice dinlemeye çalışan Yiğit ve Çağatay'ı öldürmekle tehdit etmişti. Şimdi de zeminden daha yüksek bir şekilde inşaa edilmiş biçimde olan DJ kabinine(mutfağa) geçmiş ve ulusa sesleniş yapıyordu: "Bi kere ben, hepinizden üstünüm amına koyim'"
Birşey diyemedik. Can tüm dünyadaki varlıklara efendilerinin kendisi olduğunu hatırlatıyor, haykırıyor, küfürler, tehditler savuruyordu. Ve son derecede de ciddiydi. Tersini iddda eden bir kişinin kafasını götüne sokmaya hiç bu kadar hazır olmamıştı. Köşelerimize sinmiş biçimde dinledik. Daha sonra bu 20dk kadar süren fırça ve ne kadar aşağılık varlıklar olduğumuzu bize ispatlayan konuşma, Can'ın hamile kadınlar gibi kusmak için üst kata koşmasıyla son bulmuştu.
Mental olarak tükenmiş durumdaydık. Zavallığımızla yüzleşmek zorunda kalmıştık ve bu da alkolle birleşince ekibin tükenmesine sebep olmuştu. Bunun en güzel örneği Çağatay'dı. Alkolün verdiği etkiyle sersemlemiş ve dizime yatarak uyanık kalmaya çalışıyordu(?!).
Bana döndü ve "Abi çok sarhoşum ben ama birazdan çıkıcam sarhoşluktan." dedi. Kendime kendime "Nasıl?" diye düşünmeye başladım. Sarhoşluktan kendi iradesiyle mi çıkacaktı? İçeride neler oluyordu? Bütün bu soruları Can'ın üst kat merdivenlerini sürünerek(evet sürünerek) çıkmasını izlerken düşünmeye başladım. Duyduklarıma bir çözümleme getirmeye çalışıyordum.
Derken Çağatay aniden doğruldu. "Noldu lan?" dedim. "Bi dakka" dedi ve boşluğa bakmaya başladı. 10-15 saniye kadar geçmişti ki bana döndü ve "....3, 2, 1 ve şu an itibariyle çıktım sarhoşluktan." dedi. Allahım neler oluyordu? "Nasıl yani lan?" dedim, "Çıktım abi" dedi, "Az önce sarhoştum ama artık değilim". Ve son derecede de ciddiydi. Geri sayım sıfıra vurduğu an alkol damarlarından buharlaşmıştı.
Ses çıkaramadım. Sarhoşluktan istediği zaman emekli olabilen bir adam vardı yanımda. Önce Can'ın üstünlüğü, sonrasında Çağatay'ın bedeni üzerindeki müthiş kontrolü. Hepsi ne kadar basit ve zavallı bir varlık olduğumu ispatlıyordu bana. Sessizce dönüp Can'ın DJ kabininden dolaba neden su koymadığımız için ne kadar zavallı varlıklar olduğumuz hatırlatan konuşmasını dinlemeye başladım....
Herşey ne kadar da anlamsızdı...
Net söylüyorum şu ana kadarki blog yazıları içerisinde en iyilerden bir tanesi. Uzun süre yazılmayınca ve bomba olayların bir araya gelmesiyle aşmış bir yazı çıkmış ortaya.
YanıtlaSilBazı cümleler o kadar iyiydi ki hem gülmekten kırdı hem de köklerine kadar boş muhabbet kokuyorlardı. Müthiş bir yazı olmuş :D
Bu bünyelerin bir Tanju Okan'a ihtiyaçları var duyun beni!
YanıtlaSilSodakazam
Duygularım depreşti, ağlamam geldi... Alkolü hatırlatmayınsanıza lan bana 1 hafta sonra sınavım var ilim irfan dolu beynim akıp gitsin mi?! Ama yazı harbi iyiydi.
YanıtlaSilYazının sonlarına doğru kahkaha attım resmen, uzun zamandır yazı gelmiyordu ama dönüş muhteşem olmuş. :D
YanıtlaSilÇağatay usta yazının adamı olmuş.Blog'un en iyi yazılarından, hala gülüyorum :D
YanıtlaSilyine müthiş bi yazı.çağatayın "zihnin alkol ve beden üzerindeki kontrolü" bana da öğretmesini isterdim.
YanıtlaSilbir yanda çagatay
YanıtlaSilbir yanda can
Ve alkolün ikisi üzerindeki iki farklı etki
oZzIiI