24 Mart 2011 Perşembe

Kazanamayacağın Savaş

Tarih : Haziran 2010

Elimdeki kadehte en sevdiğim içki vardı, White Russian! Müthiş bir karışım! Bir ölçek Kahlua, bir ölçek votka ve isteğe göre süt eklersin. Müthiş bir tadı vardır. Bir yudum aldım, lezzeti damağımda dururken boğazımdan aşağıya doğra inen sıcaklık inanılmaz bir haz veriyordu bana. Sonra dönüp bu zevki en az benim kadar iyi yaşayan Yiğit’e baktım:

Özgür: Abi şunun tadı bambaşka amına koyayım!
Yiğit: Birader para olacak hep böyle içeceksin işte.

Sonra dönüp diğer arkadaşlarıma baktım. Hepsinin bu keyfi nasıl yaşadıklarını görmek istedim. Ben ve Yiğit ayakta yudumluyorduk bu mükemmelliği. Balkon kapısının hemen yanındaydık. Can ile Ali sandalyelerinde oturmuş, benim xxxx süper marketten arakladığım süper kaliteli bademlerle White Russian’larının tadını çıkarıyorlardı. Ama birden bir soğukluk kapladı vücudumu sıcak yaz gecesinde, arkadaşlarımın bu harika keyfini bölmek istemediğim sebebini bildiğim bir soğukluk. Fakat sanki bir şeyler dürtüyordu beni, bu harika keyif sanki bölünecekti. Derken bir sandalyenin boş olduğunu gördüm ve Yiğit'e döndüm, "Abi Ersen nerede?" diye sordum.

Yiğit, o anda her şeyi kafasında oturtmuştu sanki, yüz ifadesinden anlamak istemediğim gerçeği fark etmiştim. Biraz korkarak biraz da endişeli “Abi yatmaya gitti” dedi. Ve o ses geldi...

BÖÖAĞĞAÖAĞA

ŞAaaapıırrrrt

(Bir süre önce)
Ankara’da bir seneyi daha geride bırakıp gelmiştim. Artık daha fazla dayanamazdım, gazetecilik stajımı İzmir’de yapmaya karar vermiştim. Daha otobüsten iner inmez güzel kız artışı beni mutlu etmeye yetiyordu. Temiz ve sıcak havasını katmıyorum bile. Sabah bizim semtin oradaki en güvendiğim fırından boyozlarımı almıştım. Annemi dün geceden arayıp mercimek çorbası yapmasını istemiştim. Her şey çok güzeldi. Bedavaya çalışarak geçireceğim 3 aya rağmen mutluydum. Eve geldim, kardeşlerimle güreştim, anneme sarıldım, babam uyandı ve onunla klasik politika tartışmamızı yaptık. Annemden birkaç gün sonra teyzemlere gideceğini ve orada kalacağını öğrendim. Hemen ekibi o gün buluşmak için ayarlamıştım. Hemen dediysem de 2 gün sürdü aslında. Bizim ekipte son derece zeki insanlar olmasına rağmen iş toparlanmaya gelince beyinde bir temassızlık olduğundan ekibe ulaşmak çok zordu.

O yüzden işi garantiye alıp, ilk önce 10 yıllık dostum ve ekipte iletişime geçerken bir kere bile zorlanmadığım Çağatay’ı aradım. Sadece üç cümlede anlaşmıştık. Keza Emre de bu konuda hiç sorun çıkarmayan bir adamdı, onunla da işimi görmüştüm. Akabinde telefonunu her zaman açan Ali’yi aradım, o da tamamdı.

Ve "İşte kâbus başladı!" diye düşünüp Yiğit’i aradım. Telefonunu açmadı tabii ki ama daha sonra bana geri döndü. Şaşırdım,bu genellikle yapmadığı bir şeydir. Dünyanın her hangi bir yerinden bir akrabasının gelip gelmediğin sordum “Yok kimse gelmeyecek.” dedi. “Tamam, pazar akşamı Alsancak'tayız, bizim ev boş sonra bize geçicez“ dedim. “Tamam abi” dedi. Bu kadar olması inanın ki çok şaşırtıcı...

Daha sonra Ersen’i aradım ama telefonunu açmadı. Ve Emre'ye mesaj attı. Evet, bana değil Emre’ye, inanın nedenini hiçbir zaman anlayamadığım bu eylemi ilk defa tekrarlamıyordu. Neyse ki Emre beni hiç yormadan Ersen meselesini halledip bana geri döndü. Biraz rahatlayıp Emre için Tanrı’ya teşekkür ettim.

Ve işte geldik işin en civcivli tarafına: Can'a ulaşmak. Bu çok epik bir uğraş. Hani “Fatih Sulan Mehmet 21 yaşında İstanbul’u fethetti“ diye övüyorlar ya adamı, Ben o yaşta Can'a ulaşabilen bir insandım. Bunun ne demek olduğunu bilseler inanın ben Can'a her ulaştığımda çağ atlardık.

Her şey çok iyiydi. İş görüşmesini bile ayarlamıştım bu arada. Hemen sabah 8.30 da gidecektim gazeteye. Ekip toplanmıştı. Kıbrıs Şehitleri caddesinde yine bizim olamayacak olan harika güzellikleri süzüp, benim “Lan bunu bana bir verecekler var ya!” repliklerime gülünüyordu. Bir de nedense o kızların bu akşam mutlaka biri ile yatağa gireceği fikri atılıyordu. Bazen Ersen ile dalga geçiliyor, sürekli espri yapılıyordu. Klasik eğlencemiz değişmiyordu yani. Ben sokakta gitar çalan tiplere dimdik bakıp, Allah'dan “Ne var birader?” gibi bir tepki vermelerini istiyordum. Neyse ki kutsal mekân sardunyasta biraz takıldık. Ve tabi biz orda olduğumuz için etrafımızdaki tüm insanlar biraz rahatsız olmuştu. Ama her seferinde en az 100 lira bıraktığımız için hiç uyarılmıyorduk. Bu sefer çok para bırakmamıştık çünkü bize gidecektik. Çağatay çalıştığı için bizimle fazla takılamayacaktı. Emre ise her zamanki gibi annesinin ve abisinin kıskacındaydı. Bu kıskacı hiçbir zaman açamadı adam, bazen ona üzülüyorum. 24 yaşına gelmesine rağmen ailesini bir türlü kıramıyordu. Mutluydum, bu akşam çok sağlam içip harika bir muhabbet ortamı kurulacaktı….

Buca’ya geldik. İçki alış verişini yapacağımız yer Emre’lerin oralardı. Kendisini uğurladıktan sonra markete girdik ve alışverişi yaptık. White Russian’ın yanına badem harika gidiyordu ama zaten alışveriş oldukça masraflı olmuştu. Ben bu yüzden ekstra pahalı olan çok kaliteli bademleri yürütmüştüm. Aslında ekipte heyecan yapıp çaktırmayacak adamlar olsa 150 liralık alışverişi 50 liraya bile hallederdim ya, neyse. Kasada ücreti kredi kartıyla ödedim. Ve bizim ekipte her zaman olduğu gibi kimse bana para vermeye yeltenmedi. Bunu ara sıra yapsalar unuttuklarını düşünücem ama bu resmen “Yerse yırtarız” hareketiydi ve ben hiçbir zaman yemememe rağmen hep tekrarlanıyordu.

Son hazırlıklar tamamlanmıştı. Eve geçtik. Balkonda içmeye karar kıldık. Hava muhteşemdi. Babımın viski bardaklarını çıkarmıştım. Bademler tabaklara konmuştu. Kokteyl yapma işi benimdi. Yiğit her zaman ki gibi işimi kolaylaştırıyordu. Ama nedense her zaman göt göte olduğum Çağatay eksikti. Saat 1 gibi bir kadeh içtikten sonra kalkmaya yeltendi. Ben her zamanki gibi “Abi otur takılırız” diyecektim, o da oturacaktı. Ama öyle olmadı. Gidiyordu. Ve bilmiyordu ki bu aslında onun kurtuluşuydu. Biz muhabbete devam ettik. Ersen ilk kadehini bitirmişti. Bardağını uzattı. “Olum yavaş lan gece uzun” dedim. “Bu akşam içesim var” diye cevapladı. Ses tonu o kadar kalendardı ki gururlandım. Bu içkiyle ben tanıştırmıştım ekibi. Hatta küçük kardeşime de bir bardak içirmiştik. Gece ilerlerdi. Ve Ersen yatmaya gideceğini söyledi. Muhabbet o kadar koyuydu ki kimse aldırmadı bile. Yiğit'e döndüm ve sordum: "Abi Ersen nerede?". Yiğit o anda her şeyi kafasında oturtmuştu sanki, yüz ifadesinden anlamak istemediğim gerçeği fark etmiştim. Yiğit biraz korkarak biraz da endişeli “Abi yatmaya gitti” dedi. Ve o ses geldi, Tanrı yine yapmıştı yapacağını. Hatta cümlemi bile beklemişti işi dramatize etmek için. Evet tam o soruyu sorduğumda bu sesler gelmişti:

BÖÖAĞĞAÖAĞA

ŞAaaapıırrrrt

Yiğit acıyarak ve korkuyla bana bakıyordu. Ali ise “Abi o ses ne?” diye haykırmıştı. Can da “YOOK ARTIIK” diye rörlemişti hafif sarhoş bünyesiyle, ki alkolün ziyan olmasına çok sinirlenir kendisi. Sanki Antik Yunan bir tiyatro sahnesinde gibiydik. Her şeyi biliyorduk, sadece tepkiler veriyorduk. Ve Tanrı’nın kahkahalarını resmen duyuyordum oraya doğru giderken. Ama kararlıydım, sinirlenmeyecektim. Gelen ses bir kusmuğun fayansa çarpma sesiydi. Oraya vardığımızda Ersen tuvalete kusuyordu. Sevinmiştim, etraftaki kusmukları suya tuttum. Çok hızlıydım. Bir an önce temizleyip o harika içkiyi yeniden içerek yeniden sohbet etmek istiyordum arkadaşlarımla. Ersen’in elini yüzünü yıkadık. Tuvaletin önündeki halıya az bir şey sıçramıştı. Hemen bezi aldım ve silmeye başladım. Ersen’i tekrar yatağa yatırdık. (Evet bu geri zekalılığı yaptık, bunun için biri bizi idam etse yemin ederim yüzde yüz haklı olur)

Muhabbete devam etme kararı aldık. Balkona geçtik ve içmeye devam ettik. Bu arada Can denilen şerefsiz kalleş bizim kadehleride yuvarlamıştı ve iyice kafa olmuştu. 15 dakika geçti veya geçmedi, Ali bana döndü ve “Abi biz Ersen'i niye yatırdık ki?” diye sordu. Yiğit gözüme bakıyordu ve gözleri o cümleyi haykırıyordu: “Oum bu adam bir daha kusar”. Ve yine o ses....

Anlamıştım, gerçek çok acıydı. Tanrı bizimle taşak geçmeye son derece kararlıydı ve bunun için en ürkütücü, en akıl almaz, en inanılmaz silahı kullanıyordu: Ersen... Tuvaletin girişi ile başlayan L koridorun her tarafı kusmukla doluydu, her 30 santimde bir öbek bırakmıştı geri zekâlı. Yiğit ile Ali bana destek oluyordu Bir şekilde temizlemeliydik ortalığı. Ersen’i küvete soktuk ve tepesinden suyu açtık. Kusmukları temizleyerek koridoru döndük. Olan şeye inanmak ya da anlamak mümkün değildi. Koridorun bitimindeki odada Ersen’in yattığı kanepeden kusmuk akıyordu yere. İyide bu kadar şeyi neresinde saklıyordu Ersen? Ve yine Tanrı’nın gür kahkahaları çınladı kulağımda. Sonuçta onun yapamayacağı bir şey yoktu.

Her şeyi halledicek ve o amına koduğumunun içikisini içip, bu amına koduğumunun adamları ile amına koduğumunun muhabbetini edecektim. Saat 2.30-3.00 arası tekrar balkonda takıldık. Rahattık Ersen artık organlarını bırakmıştı, yıkanmıştı ve tertemiz yerine yatırılmıştı. Kalan kokuyu ben iş görüşmesinden gelince hallederdim. Sonra Ali “Ben bir şu çocuğa bakayım” dedi. Ben ise onu gördüğümde kendimi tutamamaktan korkuyordum. Hala içkimiz vardı, bünyeler diriydi, bir umut daha vardı, vardııııı…. Hayır yoktu!

Ali koşarak geldi: “Özgür sakin ol bak abi bunlar olağan şeyler hallederiz” dedi. Zaten farkındaydım her şeyin. Vazgeçmiştim. Direnmeyecektim. Sinirlenmeyecektim. Tekrar koridoru döndük. Gördüklerim inanılmazdı. Arka fonda şu bilmem ne orkestralarının son güçleriyle çaldıkları yüksek sesli müzik çalıyordu. Ersen ön balkona çıkmış ama nedense dışarı değil kardeşlerimin yattığı yatağın üzerine kusuyordu. Peki ya onların suçu neydi? Benim kardeşim olmanın bu kadar mı ağırdı sonuçları? Can zil zurna sarhoşken bile olanlar onu çarpmıştı. Yiğit sürekli kolumdan tutup benim bir şeyler yapmam durumunda müdahale etmeye hazırdı. Oraya doğru giderken bu dünyada cehenneme giriyordum sanki. Ve birden gözüm koridora açılan salon kapısına çarpmıştı. Kapıdan kusmuk akıyordu. Kapıyı araladım. Salona da kusmuştu. Ama nasıl? Zavallı salon o güzergâhta bile değildi. Onu nasıl yapmıştı? Ali beni dürttü. “Abi tamam dirayetli ol. Buraları halletmeliyiz. Annen…." diyebildi.

Işık hızından daha hızlı şekilde Yiğit'ten sıyrılıp, Ersen’i yavru enik gibi ensesinden tutup banyoya attım. Biz gelene kadar oradan çıkmamasını yoksa onu öldüreceğimi söyledim. Ciddiydim, Ersen’i öldürecektim. Can sarhoşluğun etkisinde olan tek insan olarak saçmalıyordu. Ali ile Yiğit ise bana yardım ediyordu. Sıvı deterjan, sabun, yumuşatıcı ve bilimum temizlik malzemeleriyle ortalığı temizledik. Ersen odaya geldi. Hemen ona saldırdım. Yiğit ile Ali beni engelledi, Can'da olabildiğince arkamdan tutuyordu. Normal şartlar altında bu üç adamı orda pert edip Ersen’i öldürürdüm. Ama hiç takatim yoktu. Tamamıyla çaresizdim. Tamamıyla yenilmiştim.

Geri döndük. İş görüşmesine gitmeden önce son arzum biraz daha White Russian içmekti. En az 2-3 kadeh daha yuvarlayabilirdim. Döndüğümde sadece yarım kadeh White Russian kalmıştı. Artık ağlamak ile ağlamamak arasında gidip geliyordum. Can gelip “Abi kalan içkileri ben içtim” dedi. Gülümsedim çünkü bu zavallıların hiçbir suçu yoktu.

“Tanrıya karşı kazanma olasılığın yoktur“

Yazan : oZzIiI

8 yorum:

  1. Çok içmek iyi değildir demişler. Allah cezanızı vermiş işte :D Bi sorun bakalım niye ben ve emre yokuz orda?

    YanıtlaSil
  2. Tanrı ayarlamış çagatay ben ne yapabilirim ki?

    oZzIiI

    YanıtlaSil
  3. Gerzeklik 1: Ersen'e neden white russian verirsin ki?
    Gerzeklik 2: İyi içmiş adamın hemen yatırılmaması bilinen bir gerçektir sen bir de bu adamın ersen olduğunu bilmene rağmen neden yatırırsın?
    Gerzeklik 3: Hadi adam bir kere kustu neden tekrar yatırıyosun?
    Gerzeklik 4: Yeter artık amk bir daha yatırma!
    Gerzeklik 5: Erseni orada katledip kaza süsü verebilirdik ama yapmadık..

    YanıtlaSil
  4. Ulan resmen en doğru akşam gelmemişim gurur duydum kendimle. Ama yılbaşında kusan Murat örneğinden yola çıkarak Ersen'i asla yatırmamalıydınız, müthiş bir gerizekalılık yapmışsınız yani. Ki ben zaten el falan süremezdim kusmuğa falan. Gerçi Ersen daha sonra diyetini ödedi ama olsun :D

    Ayrıca Özgür, olm güzel yazmışsın da Türkçe'nin anasını avradını sikertmişsin. Ulan bütün yazı imla hatalarıyla dolu. İnsan en azından doğru yere nokta, virgül, tırnak falan koyar. Büyük harfleri bile yanlış koymuşsun be abi :D Gerçi Ersen'i bilerek küçük harfle yazdıysan bişi diyemem :D Yazının biraz olsun şeklini şemalini düzeltmek abartısız bi saat sürdü ya :D

    YanıtlaSil
  5. Can'ı ayakta alkışlıyorum...

    Sodakazam

    YanıtlaSil
  6. Ersen Tanrı mı?

    YanıtlaSil
  7. Tanrı'nın o akşam ki maşasıydı ersen

    YanıtlaSil