15 Mayıs 2011 Pazar

Tatil Günlükleri#1: Hamam Sefası

Tarih: 15 Ağustos 2010

Şu hayatta yapabileceğiniz en mantıklı hareket yazın sahil kenarındaki bir yazlıkta yaşamaktır. Eğer yapabiliyorsan 3 ayını da orada geçireceksin arkadaş! İşte o zaman harika bir hayatın var derim. Geçtiğimiz 2010 yazını tıpkı bu şekilde bol bol yazlık mekânlarda geçirdiğim için oldukça keyifliydi. Kâh staj yaptığım haber ajansının magazin haberleri için sık sık Çeşme’de, kâh ara sıra takıldığım ismi lazım değil bir kız arkadaşla dinlenmek(?!) için onların yazlığında, bir de o yaz tanıştığım bir başka hatunun Alaçatı’daki harika yazlıklarında (içki ve yiyecek, sınırsız ve bedava olmak üzere bir üzerine …) bolca vakit geçirdim. Fakat hepsini bir yana sevgili okur, KoSF ekibi ile Didim’de sadece beş günlüğüne tuttuğumuz iki katlı yazlıkta eğlendiğim kadar hiçbir yerde eğlenmedim.

İlk önce şunu belirtelim ki Emre olmasa, bizi yatırıp s*kseler hatta kaldırıp dikseler böyle bir tatil planıyla asla uğraşmazdık. Yani 2009 ve 2010 yazlarında yaptığımız harika tatilleri ona borçluyuz. Hatta bu son tatil için Emre ile ben kalacağımız evi ayarlarken bu yavşaklardan bir tanesi bile gelmemişti. Ben de Emre’ye “Abi kişi başı 70 değil 90 diyelim yavşaklara, aq oh 100 lira bizim” demiştim. Emre ise her zaman ki gibi iyi niyetinden kaybetmişti. “ Yok abi, gerek yok” diyordu. Her neyse, yine tüm yıl boyunca Emre’nin türlü çabaları, uğraşları ve bazen Muhammed’i, İsa’yı ve bilumum bilgeyi kıskandıracak seviyedeki sabrı sayesinde ekip tatil için hazırlanmıştı. Akşamına kutsal mekân Sardunyas’ta son kritikleri yapıyorduk. Ben yine yedi erkek tatile gidip aynı evde kalmanın süper ibnesel bir şey olduğundan bahsederken Emre, “Seni bir s*kerim boş otobüste ayakta giderisin” bakışıyla beni 1 mili saniyede susturuyordu”. Gülüyorduk eğleniyorduk derken Ersen’in evimin her santimetre karesine kusmadan önceki esintinin benzeri bir esinti ile ürpermiştim. Telefonum çalıyordu. Baktım yumruk atma hikâyesinin başkahramanı Murat arıyordu. Hani böyle başınıza gelecekleri önceden hissedersinizde bir şey yapamazsınız ve onları yok sayarsınız ya, o ruh hali içinde açtım telefonu. “Özgür ben yola çıktım birader” dedi Murat. “Tamam birader sen gel yarın akşam bizdeyiz, sabah Çağatay bizi alacak” diye yanıtladım. “Tamam ama ben de fazla para yok. Sorun çıktı 200 lira ile geliyorum” diyerek bombayı patlattı…

YARAABBİİİİM SEN BÜYÜÜKSÜN YAARRABBİM SEN GÖRÜRSÜN”… Evet, aynen Orhan Baba’nın bu şarkısı beynimin içinde çalıyordu. Sadece “Tamam birader gel sen ayarlarız” diyebildim. Ve telefonu kapattım.

Evet sevgili okur, Murat’ın en büyük özelliklerinden biriside beni maddi olarak düzenli aralıklarla s*kmesidir. Yanlış anlamayın ha, kendisinin cimrilikle de uzaktan alakası yoktur. Cebindeki parayı her zaman ortaya koyar. Ama diyoruz ya bu ekipteki çeşitli gizemler var diye, biriside aynen bu işte! Murat beni hep bu konuda s*kmiştir.

Her neyse, planımız basitti. Çağatay (gözünü sevdiğim arkadaşım, sürekli işe yarıyor. Boşuna 10 yıldır bu adamla arkadaşlık yapmıyorum ben) daha sadece 1-2 ay çalıştığı şirketten dolayı hemen ona verilmiş araba ile sabahın köründe bize gelecek ve ekibi alacaktı. Böylece zaten fakirlikten kırılacak olan biz yol parasını ucuza kapatacaktık. Gerçi ben normal binek bir otomobille 6 kişi tatile gitme taraftarı değildim ki akabinde Emre’nin annesi ile özel otomobille yola çıkma tartışmasında her zaman ki gibi kazanan annesi olmuştu ve Emre otobüs ile gelecekti. Can ise yine kalacağı bir sınav için yüzünden rötarlı gelecekti. Can tam dört senedir Ege Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği’nin 1. Sınıfında okuyordu. Şahsen ben girip de güzel geçtiğini söylediği bir sınav, bir ders görmedim. Ha yok yanlış anlamayın, karı kız dalgasına fırsat bulamama gibi bir durum değil bu. Ama benim için de zerre önemli değildi ve sonuçta araba beş kişilikti ve biz beş kişi gidecektik. Keyiflenmiştim. Ve sıradaki planımı devreye sokabilirdim.

“Ya beyler tatile gitmeden şöyle bir hamama gidip temizlensek ya lan” dedim. Hemen gözümü bu konuda ilk destek alacağım adam olan Murat’a çevirdim. Bu ekipte herkesin kimyasının çok benzediği biri elbet vardır. Murat da aynı benim gibi varoş ortamlarda büyümüştü. Bu yüzden de bu tarz bir dalgaya balıklama atlayacaktı. Ve beklediğim gibi de oldu. “ Abi süper olur bende güzelce temizlenirim” diyerek desteğini sundu. Zaten hiçbir zaman böyle bir beklenti içine girmediğim Emre ve Çağatay “Hayır”ı yapıştırdı. Her ne kadar çok zeki olsalar da bir türlü yıkamadığım bazı ön yargıları her zaman olmuştur bu ikilinin. Neyse ki böyle egzotik olaylara her zaman balıklama atlayacak olan Can da “Aab ben de geliyorum” dedi. Hâlbuki yarın sınavı vardı. Ve annesi ile gireceği korkunç tartışma zerre s*kinde değildi. Can’ın annesi ile yaptığı akıl almaz sözlü tartışmalar Can için zihinsel birer dayanıklılık antrenmanı halini almıştır. Ama hakkını vermeliyim ki annesi bu konuda harikadır. Belirli bir politika izlemeseniz sizi psikolojik olarak yerin dibine gömer ve geri çıkartıp zorla dört sene arkeoloji okutur. Ve üstüne “Dört sene önce yerin dibine gömdüğümde ne vardı detaylıca anlat bakalım?” diye de sorar. Yiğit de genel olarak bir araya gelebildiğinizde uyumlu bir adamdır. Ondan da evet cevabını aldım. Ersen’i kesinlikle hamam işine bulaştırmak istemiyordum. Daha önceki felaketten sonra sürekli Ersen’e baktığımda kafası kırılmış ve gözü parmaklanmış şekilde görüyordum çünkü. Tüm bunlardan ziyade az dayanıklı fiziksel yapısı sauna ortamında eriyerek ve ya tellağın elinde tüm kemikleri kırılarak ölümle sonuçlanabilirdi.

Muhabbet sohbet bize gittik ve gerekli şeyleri alıp hamama doğru yola çıktık. Yolda patlattığımız esprilerle hamam öncesi ısınmamızı yapmıştık. Bizim semtteki Ali Baba isimli son derece nezih ve temiz hamama vardık ve içeriye girdik. Ersen daha hamamın locasındaki sıcaktan etkilenmeye başlamıştı. Odalara girip soyunduk, ardından peştamalları geçirdik. Tabi ki ekipte peştamal bağlama konusundaki uzmanlığı mı göstermek için can atıyordum ve herkesin peştamallarını bir güzel elden geçirdim. Lakin keşke bunu yapmasaydım. Hepsinin bir dal taşak kalma durumu olabilirdi.

Hamam sefasının en iyi özelliği saunasıdır. Hemen ekibi ilk olarak saunaya soktum. Yiğit ile ben tecrübelerimizden aşina olduğumuz için çok yadırgamadık ama Murat’ı ve Can’ı orada görmeliydiniz kıymetli okur. Murat’ın gözleri büyümüş, dudakları çekmiş, boğazı kilitlenmişti. “Özgür senin *mına koyayım, hemen çıkalım buradan. Lan yanardağın üstüne oturduk olum, sanayi kazanı gibi kaynıyor burası aq” diye haykırdı

Ve Murat inatla susmuyordu. Zaten kendisi bu gibi panik, sinir ve şaşkınlık durumlarında “sanayi kazanı” , “yanardağın üstüne oturmak” ve benzeri milyon tane benzetme ile her zaman sizi kahkaha krizine sokabilme yeteneğine sahiptir. Can ise suratındaki garip gülümseme ile “Aab ben burayı çok sevdim, kalırım ben burada” diyordu. Bıraksanız orada yaşayabilirdi. Ama zaten vücudundaki yağ oranı %8 olan bir adam olduğu için saunada kalmasının hiçbir anlamı yoktu. 3-4 dakika durup kirlerini yumuşatıp çıksa yeterdi. Ben tabii ki de bunu Can’a söylemedim yoksa inat edip orda ölmesi işten bile değildi. Murat dayanamayıp kendini dışarı attı ve Can’ı zar zor ikna edip dışarı çıkardıktan sonra Yiğit ile 10 dakika daha saunada muhabbet ettik. Daha sonra da havuza ve duşa girdik. Şimdiyse sıra en civcivli yere gelmişti. Hemen dört tane tellakla keseleme için anlaştım. Yiğit ile benim tellağım son derece şanslıydı. Ama Murat ve Can2ı keseleyen adamlar tellaklık kariyeri boyunca karşılaşmadıkları biz manzara ile karşılaşacaklardı. Eğer ki o sırada bir Marvel ve ya DC Comic çalışanı hamamda olsaydı kesinlikle Can ve Murat üzerinden “Two Dirty Man” diye yeni bir seri yaratabilirlerdi. Çünkü Can ve Murat’ın üzerinden çıkan kir, o dağ gibi tellakları korkudan yerin dibine sokmaya yeterdi.

Artık anamızdan çıktığımız andaki kadar temizdik. Ve hepimiz aptal aptal sırıtıyorduk. Murat’la ben hamam girmeden önce tartılmıştık ve çıktığımızda abartmıyorum Murat 2,5 kilo, ben ise 1,5 kilo daha hafiftim. Temizliğin verdiği mutluluk suratlarımızdan gitmiyor, gidemiyordu. Bu şekilde gülmeye alışkın olmayan yüz kaslarımız öylece kalakalmıştı. Tam o anda sadece İzmir’de olanların yaşayabileceği ve hamamdan sonra yapmayanları idam etseler sonuna kadar destekleyeceğim harikayı gördüm:“HUZUR GAZOZ”. Karşımdaki dolapta buz gibi gözümün içine bakıyordu. Hemen herkese birer tane açtım. Dünyanın bu en güzel asitli içeceğinin adını adam bilmişti de koymuştu sanki. Aldığımız her yudum bizim bambaşka evrenlere götürüyor, resmen bir aydınlanma yaşıyorduk. Ama her güzel şeyin bir sonu vardı işte. Hesap ödemeye gittik ve orda nedense ortalık karıştı. Her zaman ki çakallığımı kullanarak bu karışıklığı biraz daha gazladım ve normal miktarın 20-30 lira daha azını ödeyerek hamamdan çıktık. Ve büyük tatil öncesi bizim eve uyumaya gittik. Mübarek tatil daha başlamadan coşmuştu...

To be continued...

Yazan: oZzIiI


6 yorum:

  1. Hamam sonrası huzur gazoz.Bir gazozdan hiç bu kadar haz almadıydım.

    YanıtlaSil
  2. Huzur gazoz cidden akıllara zarar bir meşrubat :D

    Çok güldüm yazıya özellikle ersen'le ilgili kısımlara :D Zaten o kusma muhabbetini hatırlayınca önceki white russian yazısını bi daha okuyor insan :D

    YanıtlaSil
  3. Benden ne ara o kadar kir çıktı lan,yalanınızı sikeyim.

    Bu arada muratla senin hafızanda ciddi sorun var,bu anıyı yazıp nasıl oradaki müşteri muhabbbetini eklemezsin.

    "Sen beşinciyi aldın o yüzden ben yedinciyi aldım ya!?"

    YanıtlaSil
  4. Harbi birader o muhabbeti unutmak büyük bir yanlıştı. Ama hangimiz tam olarak hatırlayabiliriz ki. O sırada yapılan matematiksel muhabbet aynştayn seviyesindeydi.

    Senin sadece ayak tabanından çıkan kir, yiğit ile benim topla kirimden fazlaydı can

    YanıtlaSil
  5. benim sadece ayak tabanımdan çıkan kir zaten benim vücudumun da geri kalanının iki katından fazlaydı :D

    ama hakkaten oradaki adamları alıp NASA'da çalıştırmak lazım,o nasıl müşteri hesabıydı takip edemedik.

    YanıtlaSil
  6. Ben zaten takip edemeyince bundan bir çıkarım yapayım bari dedim hemen hesabı ödedim. 20 küsü lira eksik verdiydim.

    YanıtlaSil